Sözde Atatürkçülerin futbol provokasyonu — Engin Kurtay

Suudi yetkililer, iki Türk takımının oyun sahasında planladıkları ve son dakika devreye soktukları grotesk gösteriye izin vermedi. Kulüpler ekstra Atatürkçü kesildi, esti gürledi, maç ertelendi ve futbolcular yurda geri döndü. Kısa akıllı, her şeye muhalif olmayı bilgelik sayan yazar çizer korosu hemen aldı sazı eline: Continue reading “Sözde Atatürkçülerin futbol provokasyonu — Engin Kurtay”

Kim arkamda durur diye düşünmeden elini taşın altına koymak — Prof Örsan Öymen

Editör notu: Alain Badiou’ya göre potansiyel politik öznenin tabi bulunduğu birbiriyle çelişkili dört duygu durumu vardır: cesaret; adalet; kaygı ve süperego. Süperego yasanın gücünü, dolayısıyla verili düzeni temsil eder. Kaygı, simgesel düzende ifade edilemeyenden, dile getirilemeyenden kaynaklıdır ve kararlı bir şekilde harekete geçmeyi engeller. Adalet ise süperegonun karşıtıdır. Halihazırda işlerde olan yasalara körü körüne bağlı olmayı reddeder. Bunun yerine, dili (simgesel düzeni), yeni kavrayışlara izin verecek şekilde genişletir. Ilkelerde ortaklık (commonality) kurmanın temelidir. Cesaret, kaygının karşıtıdır. Başarıda kesinliği görmeden de harekete geçmeyi (risk almayı) sağlar.
Continue reading “Kim arkamda durur diye düşünmeden elini taşın altına koymak — Prof Örsan Öymen”

Hafize Gaye Erkan: Sözcü gazetesinin Financial Times’dan yaptığı alıntıda sansürlediği paragraf — Engin Kurtay

Sansürlenen paragraf: But her tenure at the top of the firm was short and bumpy: Erkan was involved in a series of interactions with other senior executives described in previous reporting in the Financial Times as “toxic”. Continue reading “Hafize Gaye Erkan: Sözcü gazetesinin Financial Times’dan yaptığı alıntıda sansürlediği paragraf — Engin Kurtay”

HEDEFİMİZ-II


Ilk Çalıştay’ın kitabı, arka kapak

20 Ocak 2023: Ilk metinde bazı düzeltmeler yapılmış, ayrıca “Çalıştay’ın dili ne olacak tartışması” başlıklı bölüm eklenmiştir.

Uluslararası Rusya Araştırmaları Çalıştayı’nın ikincisi, 30 Aralık 2022 Cuma günü yine Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlendi. Bu Çalıştay, 10-12 Ekim 2019 tarihlerinde ilk kez Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen Tarih Çalıştayı’nın devamıdır. Alt başlıkta ifade edilen “Avrasya: Tarihsel arkaplan ve jeopolitik tahlil” teması ile tek odağın Rusya olmadığına işaret edildi, etkinliğe Ukrayna sorunu üzerinden anlam yükleme, yargılama eğilimindeki karalamacı siyasal spekülasyonlara böylece baştan set çekildi.

2019’da yapılan ilk Çalıştay’ın 2021’de basılan ve yayımlanan kitabında “HEDEFİMİZ” başlığı altında ifade ettiğimiz aynı ilkelere ve hedeflere bağlı kalındı. Önce ilk kitapta belirttiğimiz ilke ve amaçları kısaca anımsatalım. Sonra aradan geçen üç yılı aşkın sürede bizi izleyenlerin zihinlerinde ortaya çıkan yeni soru işaretlerini yanıtlayalım: Continue reading “HEDEFİMİZ-II”

‘Farkındalık yaratmak’ ile hakiki uyanış arasındaki ayrım – Prof Slavoj Zizek

Sahte-eşitlikçi mantığı en uç noktasına doğru ilerletmeyi şu örnekle deneyelim: toplumda bazı bireylerin diğerlerine göre cinsel anlamda daha çekici oldukları acı bir gerçektir. Öyleyse, bir bireyin diğerine göre hangi adil kıstaslara göre daha çekici olduğunu kestiremeyeceğimizden, daha çekici olanları aşağı bastırarak onların keyiflerini örseleyecek yeni yöntemler mi icad etmemiz gerekiyor? Cinsellik, en korkunç, en başedilmez eşitsizlik alanlarından biridir… Herkese eşit keyif dağıtmak ise sahte-eşitlikçi mantığın nihai fantezisidir. Continue reading “‘Farkındalık yaratmak’ ile hakiki uyanış arasındaki ayrım – Prof Slavoj Zizek”

Kamala Harris neden kaybetmeye mahkumdu? – Engin Kurtay, Ali Polat

Profesör Zizek’in paradoksu, her paradoks gibi birbiriyle rollerini değiş tokuş edebilen sahte bir çelişkiden kaynaklıdır:

A) Kendi kimliklerinden vazgeçerek mahrumların mağduriyeti üzerine konuşma ayrıcalığına sahip olabilenler: Bu gruba WASP diyoruz: beyaz (white); Anglo Saxon; Protestan sözcüklerinin baş harflerinden oluşuyor. Buna “erkek” de eklendiği olur (Bunun Türkiye’deki karşılığının BEST olduğu söyleniyordu: beyaz; sunni, Türk).

B) Faşist damgası yemeden kendi kimliklerini söyleyebilenler: Bu grup ise bunun dışında kalan tüm renklileri ve etnileri kapsıyor. Bu gruba da WASP-olmayanlar diyoruz. Ancak bu grup yeknesak değil. Kendilerini farklı derecelerde bir mağduriyetler spektrumu içinde konumlandırıyorlar: WASP’tan ne kadar uzaklaşırsanız o kadar otantik mağdur oluyorsunuz. Örneğin bir afro-amerikalı bir meleze göre; bir Bengal’li bir Çinli’ye göre; bir melez bir İtalyan’a göre, bir müslüman bir budiste göre; bir budist bir katoliğe göre; bir trans bir eşcinsele göre; bir eşcinsel bir kadına göre daha mağdur… ve toplamda bunların hepsi de WASP+erkek karşısında mağdur… Continue reading “Kamala Harris neden kaybetmeye mahkumdu? – Engin Kurtay, Ali Polat”

Covid-19, maneviyata giden yolun SEKSTEN geçtiğini hatırlatacak mı? – Prof Slavoj Zizek


Çeviri: Engin Kurtay
Kaynak: İngilizce orijinali Russian Times’ta 20 Nisan 2020 tarihinde yayımlanmıştır.


Prof Zizek, Sapığın Sinema Rehberi’nde Tarkovsky’nin Stalker filmini anlatırken

Covid-19 salgınının dijital seks dünyasına hareketlilik getirdiğine kuşku yok. Öte yandan fiziksel yakınlığın önemini, iki insan arasında yaşanan seksin maneviyatın ön koşulu olduğunu da insanlığa hatırlatmasını umuyorum. Continue reading “Covid-19, maneviyata giden yolun SEKSTEN geçtiğini hatırlatacak mı? – Prof Slavoj Zizek”

Covid-19 günlerinde sağ kalma rehberi: basit hazlarınızdan utanmayın, Valhalla Murders izleyin, herşey bir oyunmuş gibi düşünün – Prof Slavoj Zizek

Russian Times’ın 28 Mart 2020 08:01 tarihli yayınındaki İngilizce orijinalinden Engin Kurtay tarafından Türkçe’ye Sendika.org için çevrilmiştir.

“Çalışmanın” arka planında ‘para kazanacağım’, ‘tatile gideceğim’ gibi motivasyonlar yok. Çünkü kimse bundan sonra parası olsa bile tatile gidip gidemeyeceğinden emin değil. Dünya algısı, başını sokacak bir evinin olması ve karnını doyuracak yemeğin olmasından ibaret hale geldi. Bunun yanında birilerini sevmek, kollamak ve şu an bunun için yapılması gerekenler öne çıkmış durumda. ‘Daha fazlasına ihtiyacım var’ düşüncesi gerçekdışı hale geldi. Yabancılaşmadan bu kadar arı, saygın yaşam tanımına bundan daha iyi uyacak bir yaşam düşünemiyorum. Salgın geçtikten sonra da bugün edindiğimiz bu alışkanlıkların hiç olmazsa kısmen devam etmesini umuyorum. Continue reading “Covid-19 günlerinde sağ kalma rehberi: basit hazlarınızdan utanmayın, Valhalla Murders izleyin, herşey bir oyunmuş gibi düşünün – Prof Slavoj Zizek”

Deprem Tartışması: İstanbul için felaket senaryoları neden doğru değil? – Kızılderili*

* Enstitümüz mentoru, İstanbul Üniversitesi Jeoloji Bölümü öğretim üyesi, Jeolog Prof Dr Şener Üşümezsoy

İstanbul için kıyamet senaryoları bitmiyor. Her yer sarsıntısının ardından bir grup uzman halktaki panik havasını körüklüyor. Diğer yandan Kızılderili’nin 17 Ağustos 1999 Depremi’nden bu yana ısrarla savunduğu “felaket senaryoları temelsizdir!” tezi son dönemde başka uzmanlar tarafından da – çoğunda Kızılderili’ye referans yapma terbiyesi gösterilmeden de olsa – giderek kabul görmekte ve dile getirilmekte. Ancak basında halen propagandası yapılan temelsiz görüşler doğrultusunda kanaat ve tartışmalar sürüyor.

Felsefe eğitiminin temel amacı bilindiği gibi doğru soruları sormayı öğrenmektir. Felsefeci, aldığı bu zehirli eğitimin etkisiyle genellikle kitlelerin ortak inanç ve kanaatlerine saldırma refleksi gösterir. Bunu yaparken de “bilmediği konuya burnunu sokmak” ile suçlandığı çok olur.

Biz de Kızılderili ile yapacağımız bu söyleşide felsefeci refleksiyle hareket edeceğiz, diğer gazetecilerin yapmadığını yapmaya çalışacağız: bir uzmanın savunduğu tezi sadece dinleyip aktarmakla yetinmeyeceğiz, argümanlarını da sorgulayarak onun tezini nasıl savunduğunu anlamaya ve anlaşılır şekilde aktarmaya çalışacağız. Continue reading “Deprem Tartışması: İstanbul için felaket senaryoları neden doğru değil? – Kızılderili*”

Sol üzerinde etnik siyaset tekeli — Engin Kurtay


Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies

6 Eylül 2019’da Sendika.org’da Önder Özdemir arkadaşın “Struma gemisinin batışını ve katliamaları seyretmek!” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Yazı, II. Dünya Savaşı yıllarında tarafsızlığı koruma çabasındaki İnönü hükümetinin Struma katliamına (24 Şubat 1942) göz yumduğunu, hatta bu katliama neden olduğunu ileri sürüyor. Struma’dan bahsederken I. Dünya Savaşı’ndaki 1915 Ermeni olaylarına, oradan tekrar II. Dünya Savaşı yıllarında devreye sokulan Varlık Vergisi’ne (12 Kasım 1942), oradan da 6-7 Eylül olaylarına (1955) atlıyor.

Bu örnekleri sıraladıktan sonra da buradan hareketle TC’de bir “katliamcı gelenek” bulunduğu yargısına varıyor.

Son olarak da şu dersi çıkarıyor:

“Bu katliamlarla yüzleşilmediği için halk yakın geçmişte Hrant Dink, Sevag Balıkçı cinayetlerine sessiz kaldı” Continue reading “Sol üzerinde etnik siyaset tekeli — Engin Kurtay”

October filminin fantezi evreni – Ali Polat, Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies

Rusya halkı, sağda solda düzenlenen birkaç cılız etkinlik dışında 7 Kasım 2017’yi normal bir gün gibi geçirdi. Komünist partinin yaptırdığı bir ankete göre Rusya halkının %58’i Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümünden habersizdi (1).

Oysa Sovyet döneminde 7 Kasım, büyük törenlerin yapıldığı bir tatil günüydü.

Bağımsız Rus Tv kanalının editörü, belgesel film yapımcısı Mikhail Viktorovich Zygar, Rus basınının Ekim Devrimi’ne kayıtsız kalmasına çok şaşırdığını söylemişti (2).

Rusya Devlet Başkanı V. Putin, 7 Kasım’dan dört gün önce (3 Kasım 2017) Ekim Devrimi’nin kendi tarihlerinin karışık bir parçası olduğunu ve bu tarihe tarafsız ve saygılı davranılması gerektiğini söyledi (3). Continue reading “October filminin fantezi evreni – Ali Polat, Engin Kurtay”

Hegelci ‘kaldırma’: ‘Green Book’ ve ‘Sibel’

Cuaron’un ‘Roma’sından farklı olarak ‘Sibel’ filmindeki kadın dayanışması, terk edilmenin mağduriyeti üzerinden yürüyen bir dayanışma değildir. Sibel bir mağduriyet kısırdöngüsüne takılı kalmaz. Aşkın dolayımı Sibel’i daha da biler. Kadınlığını ‘kaldırarak‘ bireyin öteki birey için yürüttüğü bir mücadeleye dönüştürür; son sahnede köyün ‘sıradan‘ kadınları olanların farkında değilmiş gibi susup işlerine devam ederler, ama olayı hayranlıkla izleyen aralarından ‘sıradışı‘ birini fire vererek…

Not: Bu çalışmamız ilk olarak Sendika.org’da yayımlanmıştır.

Continue reading “Hegelci ‘kaldırma’: ‘Green Book’ ve ‘Sibel’”

‘Roma’ filminin otopsisi: Alfonso Cuaron kendi başyapıtını neden kötüledi? – Ali Polat, Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies

Not: Bu çalışma ilk olarak Sendika.org’da yayımlanmıştır.

Ticari bakımdan fiyasko olan bir film neden bu kadar büyük bir bütçeyle desteklendi? Halkın filme ilgisizliği, melezleşme sürecinde geçmiş yıllara göre artık gündemin alt sıralarına düşmüş olan yerli X beyaz ayrımı ve ayrımcılığının gündemin yeniden üst sıralarına taşınmasına karşı içten içe bir tepki miydi?

Modern-post-modern dünyada, kaynağını Troçki’nin sanat doktrininden alan sanat-siyaset ilişkisi de en az sanat-piyasa ilişkisi kadar yozdur. Troçki sanatta her türlü formalizmi reddeder. Sanat eğitimine, sanatta kurumsallaşmaya, devlet aygıtının sanatçıyı himayesine karşıdır. Continue reading “‘Roma’ filminin otopsisi: Alfonso Cuaron kendi başyapıtını neden kötüledi? – Ali Polat, Engin Kurtay”

Sahip olmadığın şeyle eğlenmek – Engin Kurtay

(*) Yazının başlığı Todd McGowan’ın, “Enjoying what we don’t have – The political project of psychoanalysis” (University of Nebraska Press, 2013) kitabından ödünç alınmıştır.

(Bu yazının ilk versiyonu Sendika.org’da yayımlanmıştır.)

Bir yoksunluğun simgeleştirilmesi nasıl oluyor da eğlenceye dönüşüyor? Bu mekanizmayı anlamak için Profesör Slavoj Zizek’in “Ego Ideal and the Superego, Lacan as a Viewer of Casablanca” ve Owen Hewitson’s “What Does Lacan Say About … Jouissance?” makaleleri rehberliğinde ilerleyeceğim.

İdeal ego, öznenin (küçük öteki) büyük Öteki tarafından görülmeyi arzuladığı halidir. ‘İmgeseldir’. Ego İdeal ise, öznenin toplumsal kurallar ve yasaya göre kendini konumladığı halidir. ‘Simgeseldir’. Süperego, ego ideal’in kötü ikizidir, karanlık arka yüzüdür. Özneyi kurallara, yasaya uymamakla suçlar, onu yargılar, damgalar, özneyle alay eder. Eğlence ile müstehcenlik arasındaki paradoksal ilintiyi buradan hareketle anlayabiliriz: özne ne kadar itaat etmeye çalışırsa başı o kadar çok derde girer, çünkü süperegonun yargılamasına da o kadar açık (tabi) hale gelir – birbirine karşıt bu ikili (Ego Ideal X süperego) bireyi giderek kendi kendini besleyen bir ‘müstehcen keyif’ kısırdöngüsüne hapseder. Continue reading “Sahip olmadığın şeyle eğlenmek – Engin Kurtay”

Install our android mobile apk in Google Store!

We have developed our special android application for our special valuable readers’ mobile phones to ease your access to our site and your reading our articles. Click here to connect to Google Store. Then install our application.

Our application is only available for devices with android operating system. If you use an iPhone, you must first discard your phone, then buy and android OS device and then install our application.

Kaşıkçı cinayetinin jeopolitiği – Engin Kurtay

Tarih canlıdır. Önce yalan vardır. Olaydan hemen sonraki yalan en inanılır, en az sorgulanır yalandır. Zaman verileri erozyona uğratır ama tarihçilerin yeni kaynaklar bulmasına da vesile olur. Bazen ortaya çıkan tek bir belge ile bütün hikaye değişir, koca bir kütüphane çöp olur. Tarih, amansız bir sorgulama ve araştırma disiplinidir. Konunun içine daldıkça bilmediklerinizin daha fazla, kazın ayağının sandığınızdan daha taraklı olduğunu görürsünüz. Bu yönüyle Tarih en gerçek bilimdir. Continue reading “Kaşıkçı cinayetinin jeopolitiği – Engin Kurtay”

Eisenstein’a Amerika’dan gönderilen “yoldaş” – Ali Polat, Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies

Bu makale daha önce yayımladığımız “Sergei Eisenstein’ı anlamak” başlıklı ana makaleye ikinci ektir. Ana makalenin Türkçe versiyonunu teknik bir arıza nedeniyle sunamıyoruz, İngilizce’siyle idare edin.


“Avant-garde dedikleri bu mu?”

“ya da Ortaçağ keşişinin modern versiyonu mu ?…”

Eisenstein’ın 1933’te depresyon tedavisi için akıl hastanesine kapatıldığını ifade eden Marie Seton, bu depresyonun nedenini Meksika projesini tamamlayamamış olmanın üzüntüsüne yorarken yine gerçeğin sadece bir kısmını – yarattığı Eisenstein efsanesiyle uyumlu, kitlelere yedirip yutturabileceği kısmını – dile getirmektedir. Biz ise Eisenstein’ın Meksika’dayken eşcinselliğinin ifşa olması nedeniyle hastaneye kapatıldığını düşünüyoruz, çünkü Stalin dönemi devlet bakışı eşcinselliği hastalık olarak görmektedir. Upton Sinclair‘ın projeyi durdurması ve Eisenstein’ı kovmasının nedeni ise, aylar boyu yaptığı çekimlerde 61 km negatif yakmasına rağmen izlenebilir bir ürün çıkaramaması, üstüne üstlük rehberiyle ilişkisinin ifşa olması ve Sinclair’den hortumladıkları parayla ekibin böyle bohem bir hayat sürmesinin Upton’ın eşi Marie Craig Sinclair‘in sabrını taşırmasıdır. Continue reading “Eisenstein’a Amerika’dan gönderilen “yoldaş” – Ali Polat, Engin Kurtay”

“Bejin Çayırı”, Shumyatsky ve Babel’i idama götüren bir test miydi? – Ali Polat, Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies

Bu makale daha önce yayımladığımız “Sergei Eisenstein’ı anlamak” başlıklı ana makaleye birinci ektir. Bu ana makalenin Türkçe’sini teknik bir arıza nedeniyle sunamıyoruz, İngilizce’siyle idare edin.

Sergei Eisenstein + Grigory Alexandrov ikilisinin Potemkin Zırhlısı filmi 1925’te ilk kez gösterime girdiğinde sadece Moskova’da tek bir sinemada ve sadece bir hafta oynatılır. Halktan ilgi görmez. Bolşevik hükümet de kendi siparişleri olmasına rağmen filmi desteklemez. Film depoyu boylar. Ardından Mayakovsky’nin araya girmesiyle negatifler depodan alınır ve Berlin’e gönderilir. Ünlü Alman yönetmen Piel Jutzi tarafından 45 km’yi bulan negatifler baştan aşağı yeniden trim edilir ve 1.7 km uzunluğunda izlenebilir bir film oluşturulur. Uluslararası bir PR çalışmasıyla Douglas Fairbanks Sr., Mary Pickford gibi zamanın Hollywood ünlülerinin, elçilerin, konsolosların katılımıyla film 17 Aralık 1926’da Berlin’de gösterilir. Berlin’deki galayı izleyen günlerde Amerikan ve İngiliz basınının da eşgüdümlü parlatmasıyla film bir sanat başyapıtı olarak, Sergei Eisenstein da bir deha olarak dünyaya tanıtılır. Continue reading ““Bejin Çayırı”, Shumyatsky ve Babel’i idama götüren bir test miydi? – Ali Polat, Engin Kurtay”

Rusya’dan Notlar -2 – Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies


USS Donald Cook: Karadeniz’in ortasında kalakalmış bir kurbanlık koyun..

Rostov-on-Don’da Pushkinskaya Caddesi’nde yürüyüş yapmak başlıbaşına bir keyif. Burası, araç trafiğine kapalı, ağaç ve çiçekleriyle ve her köşebaşında kahve satan kulübeleriyle, park kıvamında, kent sakinlerinin bisiklet, paten, kaykaylarla gezdikleri popüler bir cadde. Kentin rekreasyon alanlarıyla ilgili olarak burada özellikle vurgulamaya değer ayrıntılar şöyle: Continue reading “Rusya’dan Notlar -2 – Engin Kurtay”

Rusya’dan Notlar -1 – Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies


Uliana Lopatkina

– “Yarın akşam baleye gidelim mi?
– “Harika, gidelim tabii ki!” dedim.
– “Nasıl yani, bale seviyor musun? Sıkılmanı istemem.
– “Niye sevmeyeyim ki?
– “Türkler bale sevmez diye bilirim
– “Haberin yok galiba, Türk konservatuarları ve İstanbul Devlet Opera Balesi Avrupa’da başa yarışır.Continue reading “Rusya’dan Notlar -1 – Engin Kurtay”

Venja’nın Moskova-Petushki Yolculuğu – Dr. Nicoleta Marinescu

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies


Venedikt Yerofeyev’in Venja’sı…

Dr. Nicoleta Marinescu’nun Rus yazar Venedikt Yerofeyev’in geçtiğimiz aylarda Türkçe’ye çevrilen ve tiyatrosu da oynanan Moskova-Petushki kitabı üzerine incelemesini yayımlıyoruz. Türkiye’nin iç siyasetini de yakından izleyen Dr. Marinescu, Yerofeyev’in kahramanı Venja’da betimlediği “gerici aydın” pozisyonunu Türkiye’nin yakın zamana kadar medya, akademi ve siyaset dünyasında egemen olmuş sivil-toplumcu-liberal-solcu postmodern aydın tipine benzetir. Dr. Marinescu, Yerofeyev’in bu kült yapıtına alışılmıştan çok farklı bir okuma ile yaklaşır: aydınlanma pusulasını kaybetmiş entelektüelin trajedisine de ışık tutarken diğer yandan kendiyle yüzleşecek cesareti bulması halinde oyunun trajik bir sonla bitmeyebileceğini, uyanışla devam edebileceğine işaret eder. Continue reading “Venja’nın Moskova-Petushki Yolculuğu – Dr. Nicoleta Marinescu”

Cinselliğin Politikası (olmaz) – Bölüm 4 – Prof Slavoj Žižek

Bizim üzerinde çalışacağımız asıl eksen, bu ortadaki iki “normal” arasındaki çatışma eksenidir [y ekseni]. Meselemiz, ortadaki bu iki kampın her ikisinin de kendi tarafındaki aşırı versiyonunu görmezden gelerek bununla hesaplaşmaktan yan çizmesidir. Ilımlı-muhafazakar müslümanlar müslümanlığın IŞİD-Boko Haram tipi baskıcı barbar versiyonunu görmezden gelir, benzer şekilde kadın ve gey haklarının “açık fikirli” savunucuları da LGBT+’nın maskaralıklarını görmezden gelir. Ortadaki bu her iki kamp da, kendi taraflarından üreyen bu aşırı uçların kendi [dünya kurgularında, kuramlarında] çözümsüz bıraktıkları noktalardan üreyen arızalar olduğunu tartışmak istemezler.

Continue reading “Cinselliğin Politikası (olmaz) – Bölüm 4 – Prof Slavoj Žižek”

Emperyalizmin Tahta Atları – Atilla İlhan, Engin Kurtay

tmp_8592-Ayiti21507548804.jpg

Haiti Devrimi: “Batılının kendi iç çelişki ve çatışmalarından türeyen evrensel değerleri, sömürgeci Batılıya karşı kullanan Devrim!

ÖNSÖZ: Profesör Zizek’in Attawapiskat örneği, buna karşılık başarılı bir modernizasyon örneği olarak Köy Enstitüleri örneği, ve bunların yanında emperyalizmin güncel tahta atları olarak siyasal ve – sözde – “ılımlı” islami endoktrinasyon kurumları olarak ortaya çıkan cemaat okulları örneğinin yanında Özel Yabancı Okulların durumunu da bugün yeni baştan tartışmaya başlamak gerekiyor. Cemaat okulları gibi, Lozan Antlaşması’nın söküp atamadığı bu eğitim kurumları da Profesör Zizek’in hedefine koyduğu “politik adap” (“political correctness”, kısaca “PC”) çizgisinde mealci, tevsirci, küreselleşmeci / batı uşağı “entelektüeller” yetiştirdiler.

Çözüm tabii ki İmam Hatip eğitiminde değildir. Türkiye Cumhuriyeti artık çağdaş uygarlık düzeyinde kendi eğitim sistemini tasarlama ve uygulama deneyimine sahiptir: Köy Enstitüleri’nden sonra Fen Liseleri, Anadolu Liseleri vb çok güçlü örnekler ortadadır. Batılılaşma için Batılının eğitiminden medet umulamaz. Özel Yabancı Okullar kapatılmalıdır. Konuya doğrudan isabet eden aşağıdaki yazı 2000 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yer aldı.

Cumhuriyet, 19 Temmuz 2000, Arka Sayfa – tıkla ve pdf olarak indir!

Cumhuriyet, 21 Temmuz 2000, Arka Sayfa – tıkla ve pdf olarak indir!

Continue reading “Emperyalizmin Tahta Atları – Atilla İlhan, Engin Kurtay”

Cinselliğin Politikası (olmaz) – Bölüm 3 – Prof Slavoj Zizek

tmp_7887-gorsel-4863370659

LGBT trendi standard kabul edilmiş cinsel karşıtlığın “yapı çözümlemesini” (deconstruction) yapabilir. İç gerilim ve tutarsızlıkları içinde tarihsel varoluş koşullarını göstererek, cinsel ayrımı kendiliğinden verili bir varoluşsal özelliğimiz olmaktan da çıkarabilir (de-ontologize). Ne var ki bütün bu doktrin, sayısız cinsel tercihin zorla ikili cinsel karşıtlığa (kadın ve erkek) sıkıştırılmış olduğunu, eğer ki bu ikili karşıtlıktan, yapay ve sıkı sıkıya belli kılıflardan sıyrılabilirsek özgürleşeceğimiz varsayımına dayanır. Neymiş efendim, hele ki şu ikili karşıtlıktan kendimizi kurtaralım, işte o zaman kendimizi gey, çiftcinsiyetli, ya da her neysek, o şekilde kendimizi bulabilirmişiz… Lacancı formül ise kazın ayağının hiç de öyle olmadığı söyler: karşıtlık (antagonizm) ve buna bağlı iç gerilim zaten cinselliğin temel kurucu ögesidir ve bu nedenle başka hiç bir tercihin hakikatine indirgenemez. Ne kadar farklı sınıflandırmalar yaparsanız yapın, bu iç gerilimi boşaltamazsınız. Continue reading “Cinselliğin Politikası (olmaz) – Bölüm 3 – Prof Slavoj Zizek”

Cinselliğin Politikası (olmaz) – Bölüm 2 – Prof Slavoj Zizek

tmp_10679-gorsel-1463884116
Kanada Başbakanı Trudeau, Onur Yürüyüşünden nemalanırken..

Karşıcinsçiliğe bu eleştirel bakış her ne kadar normatif olmama, farklı yönelimlere açık olma iddasında olsa da, bunu alttan alta karşıcinsel-olmayan [non-heterosexual] yönelimlere ayrıcalık yüklemeden yapamıyordu. Bu ayrıcalık yüklemesi de, karşıcinsel-olmayan [non-heterosexual] yönelimlerin – en azından – egemen ideolojinin etkisinden daha bağımsız olduklarına ve egemen ideolojiye karşı radikal bir karşı çıkışı temsil ettiklerine dair imalar içeriyordu.

Continue reading “Cinselliğin Politikası (olmaz) – Bölüm 2 – Prof Slavoj Zizek”

Rodos’taki 16 merminin Katar bağlantısı

JOINT ARTICLE WITH PROF ŞENER ÜŞÜMEZSOY – THE REDSKIN!!!!

tmp_3473-64C4C3A3EB52C9123C030F6B1BA1B982666061266

Bakan olmadan önce Türk dostu olan Pangalos, bakan olduktan sonra düşman rolü benimsemekte zorlandığından mecliste uyumayı tercih ediyordu..

Hobbes’un Leviathan’da anlattığı ve Profesör Zizek’in daha sofistike teorisini yaptığı gibi, etnik ve dini pleb kategoriler kendi hallerine bırakıldıklarında barış içinde yaşama becerisine sahip değildir. Bu yüzden çokkültürcü anarşist ve liberal tolerans doktrinleri çalışmaz. Bu nedenle barışın kalıcı şekilde korunması için kimlik çeşitliliğini –onaylayan ve olumlayan değil– silen, saymayan, görmeyen, tüm mevzuatı bunları göz ardı edecek şekilde nötr ve kayıtsız kurgulanmış aydınlanmacı-akılcı bir üst siyasal otorite (laik, modern devlet) gereklidir. Continue reading “Rodos’taki 16 merminin Katar bağlantısı”

Katar’da düğümlenen çelişkiler ve olasılıklar

– JOINT ARTICLE WITH PROF ŞENER ÜŞÜMEZSOY – THE REDSKIN! –

LNGimpresario

Charif Souki – Ortadoğu’daki felaketlerin sorumlusu olan adam (doğrudan değil, dolaylı sorumlu ve kendisi de durumun farkında değil)

Etnik ve dini kimliklerin hepsi pleb kategorileridir. Belirleyici değillerdir. Ama araçtırlar. Şiddetin arkasındaki mantığı bunlara bakarak anlayamayız. Hakikati kimlik-kültür araştırmalarında arayan zamane sosyal bilimci tipi, bu pleb kategorilerine hem birbirlerini boğazlatacak hem kucaklaştıracak her çeşit malumatı arar, bulur (bulamazsa uydurur) ve yönetenlerin önüne hazır eder. Ama yönetenler bizim burada izini sürdüğümüz sistemik ve jeopolitik gereklere göre karar verirler ve sonrasında iktidar avanesi yazar çizer takımı o “akademisyen” malümatını da kullanarak plebler arasında ne gerekiyorsa (düşmanlık ya da kardeşlik) onu imal eder. İşte bu nedenle zamane postmodern/post-yapısalcı akademisyen ve akademi tipinin “bilim” (science) ve “bilgi” (conoscenze; knowledge; conaissance; savoire) üretmediğini, ancak malumat (information) üretebildiğini anlatmıştık. Veriyi (datum) üretiyor, depoluyor, sınıflayıp sunuyor (inform), ancak bunu bilgiye dönüştüremiyor, çünkü beşeri yaşama dair bütünlüklü bir kavrayışa ve siyasal bir projeye – büyük anlatıya – sahip değil. Diğer bir deyişle, bir akademisyenin daha en baştan akademinin tanımı gereği sahip olması gereken jakoben ruha sahip değil. Bu nedenle de yönetenlere maşa olmaktan kurtulamazlar. Continue reading “Katar’da düğümlenen çelişkiler ve olasılıklar”