‘Farkındalık yaratmak’ ile hakiki uyanış arasındaki ayrım – Prof Slavoj Zizek

Sahte-eşitlikçi mantığı en uç noktasına doğru ilerletmeyi şu örnekle deneyelim: toplumda bazı bireylerin diğerlerine göre cinsel anlamda daha çekici oldukları acı bir gerçektir. Öyleyse, bir bireyin diğerine göre hangi adil kıstaslara göre daha çekici olduğunu kestiremeyeceğimizden, daha çekici olanları aşağı bastırarak onların keyiflerini örseleyecek yeni yöntemler mi icad etmemiz gerekiyor? Cinsellik, en korkunç, en başedilmez eşitsizlik alanlarından biridir… Herkese eşit keyif dağıtmak ise sahte-eşitlikçi mantığın nihai fantezisidir.

Prof Zizek’in bu makalesi, 10 Haziran 2021, 17:53’te rt.com’da yayımlanan İngilizce orijinalinden Türkçe’ye Engin Kurtay tarafından sendika.org için çevrilmiş ve 16 Haziran 2021 saat 08:37’de sendika.org’da yayımlanmıştır.

Yeni bir trend olarak yükselen liberal “farkındalıkları” yükseltmek iddiasındaki yok sayma kültürü (cancel culture), dünyayı değiştirecek bir uyanışa önayak olmak bir yana, mevcut durumu koruyan kendi kendine bir tepinme halidir.

Farkında ol, yok say” parolasını izleyen bu yeni trende karşı liberal-muhafazakar itiraz ise onun [doğru bir amaçla hareket ettiğini düşünmekle birlikte] fazlaca ileri gittiğini iddia ediyor: heykelleri kaldırmak, müzeleri kapatmak, bütün geçmişi baştan yazmak, toplumsal belleği silerek gündelik dili dümdüz, ağır sansürlü bir jargona dönüştürmek… bu kadarı da fazla, diyerek itiraz ediyor.

Ben ise [yukarıdakilerin her ikisine birden itiraz ederek] Ben Burgis’in Canceling Comedians While the World Burns (Dünya alevler içindeyken oyuncuları yok saymak) kitabındaki eleştiriye katılıyorum: yok saymacı cenah bir şeyleri gerçekten değiştirmekte ‘aşırı ileri’ gitmiyor. Tersine, hiçbir şeyi değiştirmeyen yeni yasaklar ve kurallar dayatarak aşırı ve sahte bir eylemsellik sahneliyor. Yeni sermaye temsilcilerinin, özellikle de Trump-karşıtı teknoloji sermayesinin (Google, Apple, Facebook, vb) ırkçılık karşıtlığına ve feminist söylemlere en ateşli desteği vermeleri bizi şaşırtmamalı. ‘Farkındalık kapitalizmi’ diye adlandırabileceğimiz bir gerçekliğin zaten içinde yaşıyoruz. Altta yatan nedenlere dokunmadan eşitsizlikleri görünüşte ve yüzeysel olarak dengelemeye çalışmak nafiledir.

Politik adapçı (politically correct) bu aklın tipik bir örneğini daha geçenlerde California’da gördük: eğitimden sorumlu daire başkanlığı, başarılı öğrencilerle başarısız öğrenciler arasındaki dengesizliği yok sayan yeni düzenlemeler önerdi. Öğretmenler iyi öğrencileri geri sıralara atmalı [onları adeta cezalandırmalı] zayıf öğrencileri ön sıralara oturtmalı, öğrenciler arasındaki performans farklarını görmezden gelmeliymiş. Peki gerekçe neymiş? Gerekçesi şöyle: “Öğrenciler arasındaki doğal yetenek farklarını reddediyoruz. Çünkü bir öğrencinin diğer bir öğrenciye göre doğal performans üstünlüğünü belli adil kıstaslara göre doğrulayamayız. Öyleyse her türlü ‘doğal yetenek’ (örneğin doğuştan gelen bir matematik yeteneği) nosyonunu reddetmeliyiz, her öğrencinin kendi yeteneklerini geliştirme sürecinde bulunduğunu ve bu süreçte farklı yollar izlediklerini kabul etmeliyiz.

Bu sahte-eşitlikçi garabet mantık, insanlar arasında kıskançlık ve nefreti körüklemekten başka bir yere varmaz. Kaldı ki ciddi bilim yapabilmek için iyi matematikçiler gereklidir ve önerilen düzenlemeler buna da yardımcı olmayacaktır. Öyleyse çözüm ne olmalıdır? Neden kimse herkes için kaliteli eğitim, fakirler için daha iyi yaşam güvencesi talep etmiyor? Sahte-eşitlikçi mantığı en uç noktasına doğru ilerletmeyi şu örnekle deneyelim: toplumda bazı bireylerin diğerlerine göre cinsel anlamda daha çekici oldukları acı bir gerçektir. Öyleyse, bir bireyin diğerine göre hangi adil kıstaslara göre daha çekici olduğunu kestiremeyeceğimizden, daha çekici olanları aşağı bastırarak onların keyiflerini örseleyecek yeni yöntemler mi icad etmemiz gerekiyor? Cinsellik, en korkunç, en başedilmez eşitsizlik alanlarından biridir… Herkese eşit keyif dağıtmak ise sahte-eşitlikçi mantığın nihai fantezisidir.

Bu sahte-adalet arayışına itiraz eden hakiki Solcular da yok değil. Burgis’in yanısıra Angela Nagle ve Katherine Angel isimlerini anımsatmamız gerekir. Yalnızca Angel’ın Tomorrow Sex Will be Good Again (Yarın Bir Gün Seks Yine İyi Olacak) kitabının başlığı sorunlu, çünkü bir zamanlar seks sanki iyiymiş de (seks sanki ‘antagonistik’ değilmiş de, yani kendi içinde çelişkiler barındıran bir özellikte değilmiş de) ileride bir zaman gelecekmiş yine iyi olacakmış gibi bir iması var. Başlığını bir yana atarsak, temel varsayımlarıyla bu kadar uyuştuğum çok az kitap elimden geçmiştir. Tanıtım paragrafı ana fikri güzelce özetlediğinden buraya aynen kopyalıyorum:

“Kadınlar kıskaç altındadır. Kadının rızasını alma ve iradesine saygı gösterme adına, arzusunu apaçık bir özgüvenle ifade etmesi beklenmektedir. Ne var ki, seks araştırmacıları kadın arzusunun yavaş belirdiğini söylerler. Erkekler ise kadının (ve kadın bedeninin) ne istediğini bildikleri konusunda ısrarcıdırlar. Öte yandan cinsel şiddet de yaygındır. Böyle bir ortamda kadın ne istediğini nasıl bilebilir? Ve biz neden ondan bunu beklemeliyiz ki? Katherine Angel, kadının arzusu ile ilgili kabullerimizi tartışıyor. Onların ne istediklerini bilmeleri gerekiyor mu diye soruyor. Ve eğer ne istediğimizi bilmiyor olmamız hem erotizmin hem de kişiliğimizin kilit taşı ise, cinsel şiddeti hangi ölçütlere göre ele alacağız?

Yukarıdaki paragrafta benim italik yaptığım kısımlar çok önemlidir. Feminist teori ne istediğini bilmeyi (‘evet demek evettir’) ilkesini değil, ne istediğini bilmemeyi cinselliğin odağına almalıdır ve bu ön kabul üzerinden cinsel şiddetle nasıl savaşacağını düşünmelidir. Kadının arzusunu “açıkça ve güvenle” ifşa etmeye teşvik edilmesi cinsellik üzerine şiddetli bir dayatmadır. Dahası, cinselliği yok saymaktır. ‘Sex olmadan sex’ yapmayı teşvik etmektir. Feminizmin kimi durumlarda yalpalamasının, kendi hedefine ihanet ederek kadını ‘utandıran ve susturan’ refleksler sergilemesinin de nedeni budur. İstenmeyen cinsel yanaşmalara atfedilen fiziksel (ya da psikolojik) şiddet, erkeğin ‘kafası karışık’ kadının ne istediğini kadından daha iyi bildiği kabulüyle bu ‘bilgiye’ dayanarak kadın üzerinde himayecilik taslamasıdır. Onun arzusunu ondan daha iyi bildiği kabulüyle yapılan her hareket — yaklaşım çok saygılı bir formda bile olsa — şiddet içerikli algılanabilir.

Bu tespitlerden yine de hiçbir şekilde kadın arzusunun (ne istediğini her zaman bildiği varsayılan) erkeğin arzusuna göre eksik ya da arızalı olduğu sonucu çıkmaz: psikanaliz, ne istediğimiz ile neyi arzuladığımız arasında her zaman bir örtüşmezlik bulunduğunu bize öğretmiştir. Bir şeyi açıkça istediğimizi ifade etmeden önümüze hazır gelmesini, hatta bir dayatmayla önümüze koyulmasını arzu ettiğimiz durumlar vardır — onu doğrudan talep ederek elde etmek, ondan alacağımız tatmini yok eder. Bazen de bunun tersi geçerlidir: bir şeyi isteyebiliriz, hayalini kurarız, ancak o şeyi gerçekten arzulamayız, çünkü öznel tutarlığımızı ancak onu elde edememekle koruyabilir oluruz. O şeyi doğrudan hazır bulmak öznelliğimizi çökertir. Gizliden arzuladığımız, fantezisini kurduğumuz, ancak gerçek yaşamda karşı karşıya gelmeye hazır bulunmadığımız bir şeyin bize dışarıdan doğruca dayatılması en kaba şiddet olarak algılanır.

Dolayısıyla politik adapçı ölçütlere bire bir oturan tek bir seks biçimi vardır, o da [nazik ve resmi bir ön görüşme ile bir tarafın diğer tarafa nasıl şiddet uygulayacağının karara bağlandığı] sado-mazoşist bir sözleşmedir.

Politik adapçılığın solcu partizanları kendilerine yöneltilen eleştirileri şöyle bir itirazla karşılarlar: “farkındalık yaratarak yok saydığımız konular için bizi yasakçılıkla, sansürcülükle suçluyorlar ama biz çok daha vahim [tarihsel geçmişinden bugüne kültürde kökleşmiş] bir sansürü alt etmek için bunu yapıyoruz”. Peki ama, İngiltere’de bugün bile sendikaların içine polis ajanlar sızıyor, televizyonlarda ve medyada nelerin yayınlanıp yayınlanmayacağı denetleniyor, müslüman ailelerin küçük çocukları terörist bağlantılara dair sorgulanıyor… Julian Assange’ın halen süren yasadışı kapatılmasına ne demeli? Politik adapçı yok sayma kültürününü ‘günahlarından’ daha vahim baskılar ve sansürler olduğuna katılıyorum, ancak asıl şu soruyu sormamız gerekir: ortada bu kadar vahim başka sorunlar varken, politik adapçı Sol neden insanların konuşma biçimiyle uğraşıyor? Assange’ın politik adapçı bazı feministler tarafından nasıl hedef tahtasına konulduğunu anımsayalım (kaldı ki feministlerin bu saldırıları sadece (uygunsuz cinsel davranışla suçlandığı) İsveç’ten değil, dünyanın başka yerlerinden de geliyordu ve İsveç’li savcı dosyayı kapatıncaya kadar da devam etti). Böylece politik adapçılığın, apaçık bir devlet terörünü gözden kaçırıp ispatlanmamış bir suçlamaya bile daha çok önem atfettiğini gördük.

Farkındalık yaratma hareketi ideolojik yeniden üretimin gerçekten önemli noktalarına dokunduğunda ise müesses nizam bıyık altından gülmeyi bırakıp panikle şiddete ve yasal önlemlere başvuruyor. Hegemon Amerikan tarih yazımını baştan aşağı yeniden değerlendirmeye tabi tutmaya çalışan eleştirel cinsiyet ve ırk çalışmaları medyada zaten fazlaca aşırıya gittiği gerekçesiyle eleştiriliyordu. Ancak bu kez sütten çıkmış ak kaşık Amerikan mitine yeniden sahip çıkan bir karşı hareket boy gösterdi. Daha şimdiden en az 15 eyalette eleştirel ırk teorisini ve New York Times’ın 1619 Projesi’ni yasaklayan yasalar çıkarıldı. Gerekçe ise bunların bölücü olması.

Yasaklanan bu teoriler gerçekten bölücü mü? Evet, ama onlar ancak karşısında durdukları ve zaten kendisi bölücü olan resmi hegemon mitten kendilerini ayrı tutmak anlamında bölücüler. Onlar sadece kendilerinden bu hegemon mitlere biat etmelerini isteyenleri dışlıyorlar. Dahası neyin gerçek neyin yalan olduğu resmi mitlerin partizanları için bir önem de taşımıyor. Resmi mit partizanları için sadece bu kurucu mitlerin ‘sarsılmaması’ önemli. Hakikat-sonrası (post-truth) bir dünyada yaşayanlar, ‘tarihsel görecelik’ yapmakla suçlanan eleştirel ırk teorisyenleri değil, asıl resmi mit partizanlarının kendileridir. Eleştirel ırk teorisyenleri ‘alternatif olguları’ dile getirirler, alternatif kurucu mitleri ise dışlarlar.

Politik adapçı yok saymacı kültürü eleştirirken onların amacını, ideallerini paylaştığımızı unutmamalıyız (feminist idealler, ırkçılık karşıtlığı, vb). Bizim eleştiri noktamız, söz konusu yöntemin bu amaçlara ulaşmaya yaramamasıdır. Kurucu mitlere arka çıkanlar için tutacağımız yol ise başka türlü olacaktır: onların amaçları kabul edilemez ve umudumuz onların başarısızlığı olmalıdır.