Katar’da düğümlenen çelişkiler ve olasılıklar

– JOINT ARTICLE WITH PROF ŞENER ÜŞÜMEZSOY – THE REDSKIN! –

LNGimpresario

Charif Souki – Ortadoğu’daki felaketlerin sorumlusu olan adam (doğrudan değil, dolaylı sorumlu ve kendisi de durumun farkında değil)

Etnik ve dini kimliklerin hepsi pleb kategorileridir. Belirleyici değillerdir. Ama araçtırlar. Şiddetin arkasındaki mantığı bunlara bakarak anlayamayız. Hakikati kimlik-kültür araştırmalarında arayan zamane sosyal bilimci tipi, bu pleb kategorilerine hem birbirlerini boğazlatacak hem kucaklaştıracak her çeşit malumatı arar, bulur (bulamazsa uydurur) ve yönetenlerin önüne hazır eder. Ama yönetenler bizim burada izini sürdüğümüz sistemik ve jeopolitik gereklere göre karar verirler ve sonrasında iktidar avanesi yazar çizer takımı o “akademisyen” malümatını da kullanarak plebler arasında ne gerekiyorsa (düşmanlık ya da kardeşlik) onu imal eder. İşte bu nedenle zamane postmodern/post-yapısalcı akademisyen ve akademi tipinin “bilim” (science) ve “bilgi” (conoscenze; knowledge; conaissance; savoire) üretmediğini, ancak malumat (information) üretebildiğini anlatmıştık. Veriyi (datum) üretiyor, depoluyor, sınıflayıp sunuyor (inform), ancak bunu bilgiye dönüştüremiyor, çünkü beşeri yaşama dair bütünlüklü bir kavrayışa ve siyasal bir projeye – büyük anlatıya – sahip değil. Diğer bir deyişle, bir akademisyenin daha en baştan akademinin tanımı gereği sahip olması gereken jakoben ruha sahip değil. Bu nedenle de yönetenlere maşa olmaktan kurtulamazlar.

tmp_11552-erdogan-katar1956560738

Amerikan Kaya Gazı devrimine bağlı gelişen yeni Transatlantik-Rus ittifakı ve bu ittifakın Ortadoğu çukurundaki yansımalarını çözümlediğimiz son yazımızı (tıkla ve oku) şu aşağıdaki haritayı göstererek bitirmiştik:

resim-15-MiddleEastPipelineConflicts-640x1024

Haritadaki çizgilerin bağlandığı Basra Körfezi’ne büyüteçle bakmadan bitirdiğimiz yazımızdaki tespitler özetle şöyleydi:

1) Küresel kapitalizm 2007 kriziyle birlikte son 70 yıllık Kondratiev döngüsünü tamamlamıştır. Halihazırda devam eden deflasyonist büyük buhranı aşmak, yeni bir sermaye birikim modeline sıçramayı sağlayacak güdümlü (Keynesçi) politikaları uygulamakla mümkün olacaktır.

2) Teknolojik birikim, gelişmiş coğrafyalarda bu sıçramayı sağlayacak, kitlelerin yaşam biçimini, tüketim kültürünü, estetik ve yaşam kalitesi algılarını kökten dönüştürecek düzeydedir – Bu teknolojiler kısaca GNR, yani Genetik, Nanotek ve Robotik olarak sıralanmaktadır.

3) Büyük ölçekte doğalgaz termik santrallerinden üretilecek elektrik kaynaklı teknolojilerin devlet destekli altyapı yatırımları ile ticarileştirilerek kitlelere benimsetilmesi, bu sıçramanın ana hedefidir.

4) Dolayısıyla Transatlantik-Rus ittifakının hedefi, doğalgazın rezervlerden – yeni teknolojileri benimseme ve tüketme potansiyeli yüksek – ileri uygarlık coğrafyalarına iletim yollarının kalıcı ve güvenli şekilde kurulmasıdır.

5) ABD – teknolojik tekelinde tuttuğu – Kaya Gazı devrimi sayesinde dünyanın en büyük petrol ve gaz rezervlerine sahip olduğunu farketmiştir. Gaz ihracatına girişerek ve diğer büyük ekonomileri enerji yönünden kendine bağımlı kılarak, dolar senyorajını genişletmeyi hedeflemektedir. Trump hükümetinin misyonu budur.

6) Rusya, dünyanın en büyük konvansiyonel (Kaya Gazı harici, yani daha sığ sondajlarla elde edilebilen) gaz rezervlerine sahiptir.

7) İki süper gücün hem askeri hem coğrafi pozisyonları itibarıyla, enerji piyasasında birbirleriyle çelişki içinde olmayıp ittifak içinde olmaları, aklın ve mantığın gereğidir (her ikisi de bir diğerinin pazarını daraltamaz).

8) Yeryüzündeki üçüncü en büyük – ayrıca konvansiyonel, yani kolay işletilebilir – gaz rezervi, Basra Körfezi kıyılarındadır.

9) Bu durumda önümüze sadece dünya haritasını ve Amerikan Jeolojik Araştırma Kurumu’nun (USGS) rezerv raporlarını koyduğumuzda bile, Ortadoğu kaynaklarını mundar etmeye yönelik bir ABD-Rus ittifakının akıl ve mantık gereği olduğunu görmemiz gerekir.

Şimdi Ortadoğu çukuruna büyüteçle bakalım. Körfez cıvarındaki gaz rezervlerini kimler paylaşıyor:

tmp_18204-gorsel-2580383299

Bu grafikte gördüğümüz gibi, dişe dokunur gaz rezervlerine sadece İran ve Katar sahip. Suudi Arabistan’ın petrolü var, ama gazı çok az.

Gaz, bir yerden başka bir yere sadece şu iki yöntemle taşınabiliyor:

1) Boru döşeyerek: Gaz, gaz halde iletilir, buna “kuru gaz” denir – rezervin mesafeye bağlı olarak artan boru döşeme maliyetini karşılaması ve tesisattan en az 50 yıl verim alınması beklenir.

2) LNG: Gaz soğutularak yoğunlaştırılır, sıvı hale getirilir (buna LNG, yani “Sıvılaştırılmış Doğal Gaz” denir) ve tanker gemilerle taşınır – bunun için deniz kenarında sıvılaştırma tesisleri ve liman yapılması gerekir. Müşterinin de benzer şekilde limanına sıvı halde gelen gazı önce depolayacak ve sonra gaz haline dönüştürerek basacak tesislere sahip olması gerekir.

Şimdi aşağıdaki grafikte Katar’ın gazını yukarıda bahsettiğimiz bu iki yöntemden hangisiyle sattığına bakalım:

tmp_18204-gorsel-3862365708

Gördüğümüz gibi, Katar gazını neredeyse sadece limandan sıvılaştırarak (LNG formunda) satabiliyor. Çünkü boru hattı yok. Yakın komşularına da artık boruyla gaz vermediği anlaşılıyor ki BAE ve Kuveyt bile tanker gemilerle ABD’den LNG satın alıyorlar – ABD’nin bu Körfez ülkelerine 2016’da başlattığı doğalgaz ihracatını geçen yazımızda haber vermiştik ve bu gelişmenin Körfez derebeyliklerinde sonun başlangıcı olduğunu ileri sürmüştük (yukarıdaki 2014 tarihli grafikten sonra gelişen durum: ABD 2015’te Cheniere tesislerinden tüm dünyaya LNG ihraç etmeye başladı).

Iran’a gelince: Pakistan’a doğru döşenmesi ve giderek Hindistan’a ve Çin’e doğru da uzatılması 1980’lerden beri planlanan, ancak bir türlü bitirilemeyen, yılan hikayesine dönen bir boru hattı projesi var. Bu hattın sadece Pakistan’a kadar olan bölümünün 2017 sonunda bitmesi bekleniyor – du (Kriz öncesi bilgi). Kriz bu beklentiyi boşa çıkaracak şekilde evrilebilir. Katar’ın Iran’a eklenerek bu hattı beslemesi tehlikesi de var. ABD, LNG terminal limanı yapmak için kredi verme karşılığında Pakistan hükümetlerinden bu projeyi rafa kaldırmalarını istemiş:

tmp_18204-gorsel-41666358329

Katar – İran flörtünü şimdi buradan hareketle anlayabiliriz. Batı’ya doğru bütün yolların kapalı olduğu halihazirdaki durumda, Katar malını satmak için İran’a muhtaç. Hele ki hemen yanıbaşında, Iran’da, Doğu’ya doğru yapılmakta olan bir de boru hattı varken…

Katar – İran flörtünün bir diğer momenti de Tayyip faktörü. İlk haritadaki (önceki yazımızın son haritası) kırmızı çizgiye bakalım: bu çizgi Nabucco. Yani Katar, Türkiye’ye (ve Türkiye üzerinden de Akdeniz Avrupa’sına) gazını İran üzerinden aktarabilir. Bu projenin tedarikçisi sadece İran olabilecekken, Katar da buna dahil olabilir – di (Türkiye Nabucco’yu halen canlı tutmaya çalışıyor – Kriz bu projeyi tamamen gündemden çıkaracak şekle evrilebilir).
İşte, Sunni – Şii kardeşliğini görüyor musunuz, ama Sunni’nin ancak bir türü (Müslüman Kardeşler falan…) Şii’yle kardeşleşebiliyor (gaz kardeşliği) ama Suudi türü (Selefi falan…) düşman kalıyor.

Anlatmaya çalıştığımız şey hep aynı: Yok efendim Sunniymiş, Şiiymiş, Aleviymiş, Nusayriymiş, Türkmüş, Kürtmüş, Yahudiymiş, Ermeniymiş, Arapmış, selefiymiş, hanefiymiş, böyle etnik ve dini kimliklerin hepsi pleb kategorileridir. Belirleyici değillerdir. Ama araçtırlar. Şiddetin arkasındaki mantığı bunlara bakarak anlayamayız. Hakikati kimlik-kültür araştırmalarında arayan zamane sosyal bilimci tipi, bu pleb kategorilerine hem birbirlerini boğazlatacak hem kucaklaştıracak her çeşit malumatı arar, bulur (bulamazsa uydurur) ve yönetenlerin önüne hazır eder. Ama yönetenler bu malumata bakarak kimi kimle savaştıracaklarına ya da kardeş yapacaklarına karar vermezler. Bizim burada izini sürdüğümüz sistemik ve jeopolitik gereklere göre karar verirler. Bu üst belirleyici unsurlar poltikayı oluşturduktan sonra, iktidar avanesi yazar çizer takımı “akademisyen” malümatını da kullanarak plebler arasında ne gerekiyorsa (düşmanlık ya da kardeşlik) onu imal eder. İşte bu nedenle zamane postmodern/post-yapısalcı akademisyen ve akademi tipinin “bilim” (science) ve “bilgi” (conoscenze; knowledge; conaissance; savoire) üretmediğini, ancak malumat (information) üretebildiğini anlatmıştık. Veriyi (datum) üretiyor, veriyi depoluyor, sınıflayıp sunuyor (inform), ancak bunu bilgiye dönüştüremiyor, çünkü beşeri yaşama dair bütünlüklü bir kavrayışa ve dolayısıyla da siyasal bir projeye – büyük anlatıya – sahip değil. Diğer bir deyişle, bir akademisyenin daha en baştan akademinin tanımı gereği sahip olması gereken jakoben ruha sahip değil. Bu nedenle de yönetenlere maşa olmaktan kurtulamazlar.

Kısa Vadeli Çelişki

Devam edelim: bir önceki yazımızı kısa kesmeyip Ortadoğu çukuruna büyüteçle baksaydık ilk elde ortaya çıkan bu Katar krizini öngörecektik. Katar, varlığını deniz yoluyla LNG ihraç edebilmesine borçlu. Aşağıda Katar’ın dünya LNG ticaretindeki payını görüyoruz:

tmp_18204-gorsel-545977771

Avrupa, Rus gazı kuşatmasından kurtulmak için tedarikçilerini çeşitlendirmeye çalışıyor. Yakın zamana kadar tek alternatifi Katar’dı. Şimdi ABD Kaya Gazı Rusya’ya en büyük alternatif haline geldi. Aşağıdaki haritada LNG’yi depolama ve gaza dönüştürme donanımına sahip Avrupa limanları görülüyor:

tmp_18204-gorsel-61934155013

Aşağıdaki grafikte de AB ülkelerinin Rus gazına bağımlılık oranlarını görüyoruz. Gri renkteki barları %100’e tamamlayan tek kaynak Katar (Cezayir gazı da var ancak bunun yarısına Rus Gazprom’un ortak olduğunu daha önceki yazılarımızda anlatmıştık):

tmp_18204-gorsel-7219046765

Aşağıdaki grafik de Kuzey Amerika’nın (ABD ve Kanada) toplam enerji ihracatına dair durumunu ve geleceğe yönelik beklentileri gösteriyor. Yakın zamana kadar ihracat kompozisyonunda gaz yer almazken, ileriki yıllara dair beklentiler gaz ihracatının patlama yapacağını öngörüyor – bu ihracat beklentisi ise neredeyse tamamen tanker gemiler aracılığıyla LNG ihracatına dayanıyor:

tmp_18204-gorsel-81329383783

Bu verilerden hareketle, dünya LNG piyasasında ABD ve Katar’ın kısa vadede doğrudan karşı karşıya geldikleri çok açık. Katar’ın Çin ve Akdeniz Avrupa’sına LNG ihracatı, Tayyip’in Katar’la özel ilişkileri sayesinde Türkiye’ye bu ticaretin aslan payını aktarırken, bu saadet zinciri aynı zamanda ABD’nin yeni küresel ekonomik hegemonya projesinin de önündeki ilk engel.

Uzun Vadeli Çelişki

Şimdi de uzun vadeli çelişkiye bakalım: İlk haritadaki kırmızı (Nabucco) ve uzun kahverengi (AKP güdümlü cihatçılarla Körfez’e doğru açılabilecek diğer enerji yolu) çizgiler ile uzun mavi (Körfez – Haifa bağlantısı) çizgiler çelişki halinde. Öyleyse Akdeniz Avrupa’sına kim gaz verecek? Tayyip mi Netanyahu mu?

Çok yakın tarihli Tareq Baconi tarafından hazırlanan bir raporda, Doğu Akdeniz gaz rezervlerinin nasıl işletilebileceği ve Akdeniz Avrupa’sı ülkelerine deniz altından bir boru hattıyla nasıl aktarılabileceği üzerine düşünceler aktarılmış (Tareq Baconi, “Pipelines and Pipedreams, How the EU can Support a Regional Gas Hub in the Eastern Mediterranean”, Eurpean Council on Foreign Relations, 21st April, 2017). Koca makale, boru hattının yapılması için Kıbrıs “sorununun” çözülmesi gerektiğinden Türk-Yunan ilişkilerinin daha istikrarlı bir hale oturtulmasına kadar bir yığın gevezelik sıralıyor. Ama bizzat kendi de rakam olarak bizzat ifade ettiği asıl engeli gözden kaçırıyor: Doğu Akdeniz’e bölük pörçük yayılmış rezervlerin toplamı 70 trilyon küp ayak… bu da yukarıda rezervleri gösterdiğimiz grafikte ancak en son sıraya oturacak büyüklükte bir rezerv. Yani sırf Doğu Akdeniz rezervlerine dayanarak deniz altından Kuzey Akdeniz ülkelerini besleyecek bir boru hattı yapılmaz. Bu projenin – Tariq Baconi’nin bilerek ya da bilmeyerek gözden kaçırdığı – asıl hedefi ise, bu boru hattını nihayetinde Katar’a bağlamak. Suudi Arabistan ve diğer Sunni Körfez derebeyliklerinin Katar iştahı ve İsrail ile flörtü de işte ancak bu noktadan bakınca anlaşılabilir. Öyleyse Avrupa pazarını hedefleyen uzun vade boru hattı çelişkisi, Katar harici Sunni derebeylikler + Netanyahu karşısında Katar + Tayyip + Iran kamplaşması olarak ortaya çıkıyor.

Öyleyse yukarıda tarif ettiğimiz uzun vadeli (boru hattına dair) çelişki, kısa vadede gündemde olan ABD-Katar LNG çelişkisinin de üzerine biniyor. Bu durumda olası senaryolar ne olabilir?

Katar krizinde de ABD-Rus İttifakı!

Daha önceki yazımızda boru hatları, yani uzun vadeli çelişkiler bağlamında, Ortadoğu siyasetinde ABD-Rus ittifakının gereklerini ayrıntısıyla açıklamıştık. Özetlersek:

1) Rus münhasır ekonomik bölgesi içinde bulunan Kutup gazları, Rus-ABD ortaklığı ile işletilecek ve dünya pazarına sürülecektir.

2) Kutup Denizi, ABD-Rus ittifakı ile yeni küresel ticaret yolu haline gelecektir. Bu yol, büyük ekonomiler (ABD; AB; Çin) arasındaki mesafeyi, geleneksel sıcak deniz yollarına göre %25 oranda kısaltmaktadır. Kaldı ki bu hesap da Suveyş Kanalı’nın aktıf olduğu durumda geçerlidir. Eğer Mısır karışırsa, Yemen ya da Somali kaynaklı kimi gruplar buradan geçen gemileri taciz ederse fark çok daha büyük olur.

3) Çin can havliyle kendi Kaya Gazı teknolojisini geliştirmeye çalışmaktadır. Ancak – Çin ekonomisinin büyüme hızı göz önüne alınmadığı durumda bile – henüz kendi kendine yetmekten 5 yıl uzaktadır.

4) Rus – Çin boru hattının yapımı ilerlemektedir ve iki yıl içinde hayata geçecektir.

Çin’in Rusya dışındaki gaz tedarikçileri Katar ve Avustralya’dır. Yukarıdaki gerekçelere ilave olarak, ABD’nin Katar LNG ihracına darbe vurması, Çin’i Rusya’ya daha da tabi kılacaktır.

Olası Senaryolar

BAE, Katar’dan yükleme yapan LNG gemilerinin yakıt ikmali yaptığı limanlarını Katar’a kapattı, bu durum Katar’ın LNG ihracatını şimdiden zora sokmuş durumda. Liman yasağını genişletmeye çalışan Arap koalisyonuna karşı Mısır yetkilileri, Suveyş Kanalı’nı Katar gemilerine kapatamayacaklarını, çünkü Mısır’ın savaş halinde olduğu devletler dışında herkesin serbest geçiş hakkı bulunduğunu belirtmişler. Suveyş’in üzerinde oturması, Mısır’ın Suudi bloğuna mesafeli durmasını gerektirir.

Krizin ortaya çıktığı daha ilk günlerde Suudi basınında PKK’ya destek çıkan yazılar belirdi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ister düşmanlığı ister kardeşliği istendiği anda pompalayacak ve gerekli kitle duygusallığını imal edecek malzeme iktidarların elinde her zaman hazırdır. Gerilim devam ederse Türkiye’de de Sunni kardeşliğinin unutulup Osmanlı’nın Yemen dramatizasyonlarından başlayan bir Arap düşmanlığının pompalandığını izleyebiliriz.

Sunni-Netanyahu bloğu, kısa vadeli ABD-Katar çelişkisinden, kendi uzun vadeli (Doğu Akdeniz boru hattı) hedefleri için nasiplenmeye çalışmaktadır. Ancak bu Sunni-Netanyahu uzun vadeli hedefi de, uzun vadeli ve kalıcı ABD-Rus ittifakı ile çelişmektedir. Bu durumda, ABD-Katar kısa vadeli çelişkisinden nasiplenmeye kalkacak bu yerel ittifak, ABD’nin kaos taşeronluğunu yapmış olmakla kalıp, bölgeyi kendi hesapları doğrultusunda düzenlemeyi başaramadan kendileri de batağa saplanabilirler. Ortadoğu’da kalıcı kaos ve şiddet, ABD-Rus ittifakının çıkarınadır.

Katar derebeyi saf değiştirebilir, Tayyip ve İran’a uzaklaşabilir, Sunni-Netanyahu ittifakına boyun eğer, haritamızdaki uzun mavı çizgiye dahil olur. Şimdilik iktidarını korumasının tek yolu bu gibi görünmektedir.

Katar’a gönderilen Türk askerleri sarayı ve aileyi “koruyabilir”, çatışmaksızın ülkeyi terk etmeleri karşılığında yapacakları pazarlıkla da hazineyi (ya da hazinenin bir bölümünü) alarak Türkiye’ye kaçmalarına izin verilir. Gelen para Türkiye ekonomisini bir süre daha yüzdürür. Katar derebeyi ayrıca “Al-Thani Koleksiyonu” diye bilinen, Hindistan Racasının paha biçilmez koleksiyonuna da sahiptir. Racanın hazinesi de böylece Türkiye’ye gelmiş olur:

tmp_18204-gorsel-9184751714

Sonra Suudi ordusu Katar’ı ilhak eder. Ya da edemez, çünkü İran’la karşı karşıya kalır, vb..

Engin Kurtay
Originally Published in Sendika.Org – 15 Haziran 2017