HEDEFİMİZ-II


Ilk Çalıştay’ın kitabı, arka kapak

20 Ocak 2023: Ilk metinde bazı düzeltmeler yapılmış, ayrıca “Çalıştay’ın dili ne olacak tartışması” başlıklı bölüm eklenmiştir.

Uluslararası Rusya Araştırmaları Çalıştayı’nın ikincisi, 30 Aralık 2022 Cuma günü yine Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlendi. Bu Çalıştay, 10-12 Ekim 2019 tarihlerinde ilk kez Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen Tarih Çalıştayı’nın devamıdır. Alt başlıkta ifade edilen “Avrasya: Tarihsel arkaplan ve jeopolitik tahlil” teması ile tek odağın Rusya olmadığına işaret edildi, etkinliğe Ukrayna sorunu üzerinden anlam yükleme, yargılama eğilimindeki karalamacı siyasal spekülasyonlara böylece baştan set çekildi.

2019’da yapılan ilk Çalıştay’ın 2021’de basılan ve yayımlanan kitabında “HEDEFİMİZ” başlığı altında ifade ettiğimiz aynı ilkelere ve hedeflere bağlı kalındı. Önce ilk kitapta belirttiğimiz ilke ve amaçları kısaca anımsatalım. Sonra aradan geçen üç yılı aşkın sürede bizi izleyenlerin zihinlerinde ortaya çıkan yeni soru işaretlerini yanıtlayalım:

  1. Bu Proje, Türkiye Cumhuriyeti; Rusya Federasyonu ve Boğaziçi Üniversitesi (Karadeniz’de birbirine komşu iki devlet ve bir Üniversite) var oldukları sürece, yıllık periyotlarla devam ettirilecek bir Projedir. Gelenekselleştirilecektir.
  2. Proje, Tarih alanında akademik bir proje olarak planlanmıştır. Amaç, daha önce masaya yatırılmamış soru ve konuları tartışmaya açmak, dünya çapında literatüre girecek başvuru niteliğinde yeni bilgi üretmektir. “Dünya çapında” derken, Batı akademiasının bütün dünya bilgi endeksi diye anladığı, Kanada’lı özel bir şirketin uhdesinde tuttuğu SSCI, AHCI vb endeksleri kastetmiyoruz. Bu endekslerde skandal düzeyinde sansürlemeler yapıldığı, artık Batılı akademisyenlerin bile kabul ettiği bir gerçektir.
  3. Proje, Tarih yazımı eleştirisinde (historiography) yeni bir yöntemin öncülüğünü yapma iddiasındadır: kasten söylenmeyenin, üzerinden atlananın, es geçilenin avcılığını yapıyoruz. Bu yaklaşım, psikanalitik ideoloji kuramının akademiaya uygulanmasıdır. Aşağıda, “Neden Boğaziçi Üniversitesi?” bahsinde, bu yöntemin somut bir uygulamasını anlatacağız.

Çalıştay’ın ev sahibi olarak, neden Boğaziçi Üniversitesi?

2019’da ilk Çalıştay’ı düzenleme sürecinde olduğu gibi ikinci Çalıştay’ı düzenleme sürecinde de Boğaziçi Üniversitesi’nde bu işi devam ettirmenin zor olacağına, başka bir üniversite seçmemizin daha uygun olacağına dair çok nasihat dinledik. Ne var ki bizi vazgeçirmeye çalışan bizzat bu telkinler, yukarıda belirttiğimiz iki ve üç nolu hedeflerimizi gerçekleştirmek için en uygun yerin gerçekten de Boğaziçi Üniversitesi olduğunu bize teyit etti. Şöyle ki:

Boğaziçi Üniversitesi akademik birimlerinden en azından birinin Projeyi benimsemesi ve ev sahipliğini üstlenmesi istendi. Bu çerçevede başta Tarih bölümü olmak üzere, Sosyoloji, Siyaset Bilimi, Atatürk Enstitüsü gibi Proje ile doğal bağ kurması beklenen bölümlerin öğretim üyeleri ile görüşüldü. Sayısız kere telefonlar ve kapılar aşındırıldı. Şu nokta çok ilginçti: donanım ve finansman (ulaşım, konaklama, konferans salonunun hazırlanması, duyuruların yapılması, vb bütün fiziksel ve angarya işler) anlamında her şeyin hazır olduğu, kendilerinden Proje’ye yalnızca akademik destek vermelerinin (konuların ve katılımcıların seçimi, bilim kurulu oluşturulması) beklendiği, kendilerine anlatıldı. O da olmazsa, en azından etkinliğe moral destek vermeleri, derslerinde öğrencilerine bu olayı duyurmaları, Çalıştay’a da dinleyici, yorumcu, moderatör olarak teşrif etmeleri rica edildi. Israrlı davetlerimize hiçbir akademik birimden olumlu yanıt alamadık. Sadece üç hocamız bireysel katkı verdi ve öğrendiğimiz kadarıyla bu katkıları nedeniyle de çalışma arkadaşları tarafından baskı altına alındılar, en hafif tabirle sorgulandılar. Destek veren üç hocamızdan birinin ısrarla bu etkinliği Boğaziçi Üniversitesi dışında bir yerlerde (hatta İngiltere’de Pushkin Institute’de) düzenlememizi telkin etmesini hala anlamış değiliz. Bu telkinler haliyle bizi aksi doğrultuda daha da motive etti. Derin deneyimi sayesinde aksi yönde motive olacağımızı öngördüğü için midir ki Hocamız iyi niyetle bu ısrarlı telkinlerde bulunuyordu? Bu olasılığı bile düşündük.

Neydi bu alerjinin sebebi —ki, şiddetle savunduklan o akademik özerklik nosyonunu olabilecek en olumsuz anlamında, ‘bilginin belli bir türünü marjinalize etme özgürlüğü‘ anlamında istismar etmekteydiler?

Alerjiye gerekçe olarak dolaşımda olan iddialardan biri şuydu: Bu etkinliği düzenleyenler Avrasyacı imiş. Rusya’dan davetli akademisyenlerle Rusya’yı çalışan bir Tarih çalıştayı düzenlemek, Avrasyacılık imiş. İşte bu nokta çok önemlidir ve yukarıda belirttiğimiz iki ve üç nolu hedeflerimiz bağlamında tek doğru yerin Boğaziçi Üniversitesi olduğunu bize bir kere daha teyit etmiştir. Akademiada skolastik refleksler gösteren bir cemaat, kendi bilmece-bulmaca formatı (Kuhn) dışında kalan bilimsel faaliyetleri kendisine tehdit olarak görür. Bunları marjinalize etmeye çalışır. Kendisine hasım gördüğü bu faaliyetlerin öznesine de tipik olarak kendi ideolojik duruşunun karşıt versiyonunu yansıtır ve yakıştırır. Çünkü bilgi üretiminden çok bilgi üretimindeki temsiliyet ilişkileri ile ilgilenmektedir. Buradaki durum ‘paradigma bağımlılığı’ denen durumdan da, bilim ve akılcılığın baskıcı niteliğine (Marcuse, Habermas, Arendt, vb) işaret eden literatüre dair sorunlardan da daha vahimdir. Konuşulabilir, sorulabilir, sorgulanabilir, araştırılabilir olanın kavramsal ‘sınırlarını’ çizen, bu sınırların dışında kalanı duyulamaz, algılanamaz yapan, ‘marjinalize eden’ bir hakikat rejiminin (Ranciere, Foucault) neferlerinden bahsediyoruz. Bizim yapmamız gereken, bu suskunluğu sessiz bir kaygı ve öfke olarak okumak ve dikkatle incelemektir. Bu direnç kırıldığında, cepheleşmiş epistemik cemaat ile akademik ‘çarpışma’ başarıldığında, dünya çapında literatüre girecek başvuru niteliğinde yeni bilgi üretilebilecektir. Boğaziçi Üniversitesi bu nedenle Projemizin hedeflerini icra etmesi için tek doğru yerdir. Kaçmak, geri durmak vb tepkiler, yetmediği noktada marjinalleştirme çabası (Avrasyacı etiketlemesi, vb), ne yaptığımızı aslında çok iyi anladıklarını göstermesiyle —vehameti kadar— bulunmaz da bir avantajdır.

Biz Kimiz?
Bir toplumsal sınıf olarak intelligentsia ve tabakaları

Şimdi gelelim Biz Avrasyacı mıyız, yoksa başka bir şey miyiz, biz aslında neyiz? sorusuna.

Tereddütsüz vereceğimiz ilk cevap, onların rejim sınırları dışında kalarak onlara bu çağrıyı yapabildiğimiz müddetçe, sizinle en azından aynı şeyiz cevabı olmalıdır. Lehçe’de ‘aydın’ anlamına gelen ancak dünya siyaset literatüründe daha geniş bir anlam yüklemesiyle kullanımda olan intelligentsia kavramını öneriyoruz. Bu sözcüğün Türkçe karşılığı ‘aydın’. Ancak ‘aydın¹’, ilerici olarak anlaşılan bir intelligentsia tipidir. Intelligentsia terimi daha geniş kapsamlıdır, ilerici de olabilir, gerici de olabilir. Biz, beraber çalışmaya davet ettiğimiz skolastik cemaat gibi intelligentsia‘nın bir fraksiyonuyuz. Ancak biz, skolastik olmayan bir fraksiyonuz.

İntelligentsia’yı, kültürel sermayeyi (Bourdieu) yeniden üreten (statükocu intelligentsia) ya da sorgulatan (devrimci intelligentsia) zihinsel ve fiziksel araçları tekelinde tutan toplumsal sınıf olarak tanımlıyoruz. En ilkel versiyonu ilkel kabiledeki büyücüdür. Daha sonra ruhban sınıf, çağımızda ise akademiadan medyaya, açıktan ya da örtülü, bilinçli ya da bilinçdışı siyasal misyonlar üstlenmiş sanatçılara, aktivistlere, politize öğrencilere kadar uzanan geniş bir dağılıma sahiptir. Doğrudan artık-değer üretimine katılmayan ancak bundan pay alarak yaşayan bir sınıf olduğu için, kaba Marksist bakışa göre asalak bir sınıftır.

Diğer toplumsal sınıflar gibi intelligentsia içinde de tabakalardan söz edebiliriz. En alt tabaka ajitatör‘dür. Bunun üzerinde, ortada, propagandacı tabaka vardır. En üst tabaka ise, genelde akademia içinde yuvalanan epistemik cemaat çeşitleridir.

Binanın kilit taşı gibi çalışan kilit-anlamdıran: eğer yerinden oynarsa?

Buradaki temel hipotezimiz şudur:

İdeolojik bir hegemonyanın kurulması ve devam ettirilmesi, ancak ve ancak, epistemik cemaat ile altındaki tabakalar arasındaki sadakat ilişkisinin GÖRÜNMEZ olması ile mümkündür.

Bir epistemik cemaatin (siyasallaşmış bir akademik zümrenin) propagandacı ya da ajitatör ile bağının ortaya döküldüğü durum, o intelligentsia’nın kurduğu ideolojik hegemonyanın çöküşüne delalettir.

Bu fomülü, ideolojik söylemi kuran ve onun iç tutarlığını, istikrarını devam ettiren kilit-anlamdıran (master-signifier) kavramıyla açıklayacağız: kilit-anlamdıran, sadece kendi kendisine işaret eden bir terimdir. Söylem dokusunda dikişin başladığı noktadır. Söylemdeki diğer tüm anlamdıran/anlamdırılan çiftlerinin birbirlerinden ayrılığını, dolayısıyla söylemin anlam bütünlüğünü güvenceye alır. Örneğin Gezi olayları sırasında bolca ağızlarda gevelenen özgürlük sözcüğü böyle bir kilit-anlamdıran idi. Herkes özgürlükten ne anladığını kendi imgeleminde serbestçe kurgulamakta serbestti. İmgelemdeki bu serbestlik ve eylemin çekiciliği, kanaat önderlerinin (intelligentsia’nın üst tabakalarının) özgürlük karşılığını boş tutabilmeleri ile başarılmıştı. Özgürlüğün ne olup ne olmadığının tartışma dışı kalması, ancak yine de herkesin —karşılığı ve kapsamı belli olmayan özgürlük— uğruna sokaklara dökülmesi, kitlenin bu tartışmayı intelligentsiaya ihale etmesiyle, tartışmanın kendisi ile ilgilenmemesi ile mümkün olabiliyordu.

İntelligentsia, retorikle, metonym ve metaphore kullanma ayrıcalığı ile, tavşana kaç, tazıya tut yaparak bu ihaleyi hiçbir zaman sonlandırmamak üzere üstlenir (Laclau, Ranciere).

Ajitatör ve propagandacının üst tabaka intelligentsia ile ilişkisinin ortaya dökülmesi ise oyunu bitirir. Eskiden hocalar öğrencilerin siyasal eylemleri hakkında hiçbir yorum yapmaz, görüş bildirmezdi. Siyasal duruşunu çok iyi bildiğimiz bir hocaya bile “Ne yapmalıyız Hocam?” diye sorduğumuzda, “Buna siz karar vereceksiniz” diyerek diyaloğu keserdi. Akademianın siyasal gücü, paradoksal olarak siyasetten uzak durmasına bağlıdır. MÖ.387’den beri bu kural değişmez. Akademianın kente ve iktidara etki etme gücü, kentin dışında durabildiği sürece devam eder.

Son dönemde liberal-sol intelligentsianın ideolojik hegemonyasında böyle bir çöküşü izliyoruz. 2021 Kasım ayında “Toplumsal Cinsiyet” üzerine çalışan çoğu Türk, ama Batı ülkelerinde AB ya da Alman fonları ile kalem oynatan bir grup “akademisyen”, bu fonlardan yeterli pay alamadıkları (bir anlamda dolandırıldıkları) iddiası ile elebaşları profesörleri ifşa ettiler. Bu olay intelligentsia içinde birbirine asla dokunmaması gereken iki tabakanın, propagandacı ile epistemik cemaatin skandal beraberliğini ortalığa döktü. Boğaziçi Üniversitesi de bu çöküşün başlıca merkezlerinden biri olarak öne çıkıyor. Seçim/Atama tartışmasında akademik özerkliğin sorgulanmaz ön koşulu gibi servis edilen liyakat bir kilit-anlamdıran olarak piyasaya sürülmüştür. Ancak bu kilit-anlamdıranın iş görebilmesi için, kimin kime layık olduğu, layık olan ile layık olunanın akademik özerkliği gerçekten güvenceye alıp almadığı gibi soruları tartışma alanı dışında tutabilmesi (akademiaya ihale etmesi) gerekirdi. Ne var ki eylemlerde hoca-öğrenci biat ilişkilerinin ortalığa dökülmesi, araba üzerinde tepinme vb eylemlerin hocalar tarafından açıkça mahkum edilmemesi, dahası sahiplenilmesi, sosyal medyada, ekşi sözlükte, hoca direktifleri ile kotarılmış öğrenci imzalı propagandacı, karalamacı yazılar yayımlanması, akademik liyakatı akademik maskaralığa döndürdü.

Israrlı davetlerimize sessiz kalıp, içinden ya da dışından bize “Siz kimsiniz?” diye soranlara, “biz de sizin gibi intelligentsiayız, ancak sizden farklı olarak biz, intelligentsianın skolastik olmayan bir fraksiyonuyuz” cevabını vermiştik. Çünkü yukarıdaki skandallardan bizim çıkardığımız bir ders var: Projemizi siyasete alet etmeyeceğiz. Propagandayı ve ajitasyonu çalıştaylarımızdan uzak tutacağız. Çünkü bu ilkeyi tavizsiz uygulamanın, Üniversite’ye girdiğimiz andan itibaren siyasetle her türlü bağı askıya almanın, bizi siyasette de daha güçlü yaptığını biliyoruz.

Çalıştay’ın dili ne olacak tartışması

Başlangıçtan beri Rusya Araştırmaları Çalıştayı’mızın üç dili olacağına (Rusça; Türkçe ve İngilizce) karar verilmiş ve bu karar geçerliğini devam ettirmiştir. Türkçe ve Rusça arasında simültane çeviri imkanı sağlanmaktadır.

Ancak Ikinci Çalıştay’ın düzenlenme sürecinde, Düzenleme Kurulu içinde yine bir dil tartışması yaşandı. Hocamızdan, İngilizce hazırladığı açılış konuşmasını alel acele Türkçe’ye çevirmesi ve konuşmasını Türkçe yapması istendi (Buna ‘A’ manipülasyonu diyelim).

Birinci Çalıştay sürecinde de bu tartışmanın diğer bir versiyonu yaşanmıştı: bazı hocalarımız Rusça ve Türkçe’nin gerekli olmadığını, herkesin zaten İngilizce bildiğini, bilmeyenlerin de bilmesi gerektiğini, hatta daha da ileri giderek, İngilizce bilmeyen her kim ise, onun yeterince “vasıflı” bir akademisyen sayılamayacağını iddia etmişti. O —sözde— vasıfsızların da sunumlarının kitaba alınmasının gereksiz olduğunu söylemişlerdi (buna da ‘B’ manipülasyonu diyelim).

Bu her iki dil tartışmasında da başlangıç ilkesinden ödün vermedik, Çalıştayları üç dilli olarak planladığımız gibi yürüttük ve bundan sonra da böyle yürüteceğiz.

Ancak bu husustaki ısrarımız (yukarda anlattığımız birbirine karşıt A ve B manipülasyonlarının her ikisini de ısrarla reddediyor olmamız) asla demokratik ve/ya da politik adabçı saikler ile bir orta yol bulmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Biz ne demokratız, ne de politik adapçıyız. Akademiada ve felsefede ikisine de yer yoktur. Aklın gösterdiği yolda yürünür.

A ve B manipülasyonlarının her ikisinin de al birini vur ötekine yanlışlığını çeşitli yollardan basitçe göstermek kolay. Biz yine intelligentsia sınıfı ve refleksleri üzerinden durumu açıklayalım:

Dil, iktidar ve kültürel hegemonya ilişkisi üzerine geniş bir külliyat var (Gramsci, Foucault, Fanon, Phillipson…). B manipülasyonunu, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki epistemik cemaatin kendisine yabancı bir bilgi türünü sindirirken hazmı rahatlatacak şekilde manipüle etme arzusu olarak anlayabiliriz. A manipülasyonu ise, bu epistemik cemaate karşı bir tepkidir. Çalıştay’ı onun oyun alanından tamamen çıkarmayı arzulamaktadır.

Her iki manipülasyon da Projemizi gerçek amacından saptırır Çünkü bizim amacımız —en başta 3. maddede de belirttiğimiz gibi— yeni bilgi üretmek kadar, tam da işte bu hazımsızlığın üzerine gitmek, onu deşerek incelemektir. Skolastik akademianın ıslahı, Projemizde bir kaldırmanın (aufhebung) başarılması, ancak böyle mümkün olabilir. Dil ve kültürel hegemonya ilişkisinden bihaber değiliz. Insanlar dilini konuştuğu dünyanın değerlerini ve arzularını bilinçdışında sahiplenir, vb… Ancak biz bu konuda zaten temkinli olmanın ötesinde, yukarıda hatırlattığımız külliyatın göremediği farklı bir savaş stratejisini de izliyoruz: bu strateji, içkin eleştiridir (immanent critique). Bu strateji tamamen felsefidir. Frankfurt Okulu’nun başat yöntemidir. Hasmın bizzat kendisinin sahip çıktığını iddia ettiği ilke ve ideallere, kendi izlediği yöntemle ulaşamayacağını gösterir. Daha genel bakarsak, her felsefi gerekçelendirme ve polemik zaten bu şekilde çalışır: hasmın iddiası önce kabul edilir, bu iddianın izlediği mantık varacağı son noktaya kadar ilerletilir, vardığı son noktada kendisinin başta savunduğu değerler ile çelişkiye düştüğü gösterilir (Zizek).

A manipülasyonu epistemik cemaati Projemizden tamamen soyutlama tehlikesi içerdiğinden kabul edilemez. Felsefe kişilerle değil düşüncelerle savaşır. İngilizce’yi Boğaziçi Üniversitesi’nin de eğitim dili olması bakımından sadece pratik nedenlerle Çalıştay’ın üç dilinden biri olarak kabul ediyoruz. Rusça ve Türkçe arasında simültane çevirinin İngilizce’ye alternatif olması ise, dilin kullanımında kendiliğinden neşredilen bilinçdışı oyunculuğu (performatives) sınırlandırarak, sorgulatarak, bizim söz konusu hazımsızlığı daha yakından inceleyebilmemizi sağlayacaktır.

İkinci Çalıştay’ın kısa bir değerlendirmesi

Birinciye kıyasla daha düşük bir bütçe ve daha az davetli ile, iki gün yerine bu kez tek güne sığdırılmış bir Çalıştay gerçekleştirdik. Ancak ilgi, katılım ve heyecan birinci Çalıştay’ın da üzerindeydi. Bu kuşkusuz ADK öğrencilerinin başarısıdır. Tüm hazırlıklar 15 güne sığdırıldı.

Biri gülümseten, diğeri üzücü, iki moderatör kazası yaşandı. Moderatör, Ali Rıza İşipek’i zoom aracılığı ile yaptığı sunumda süreyi aştığı gerekçesi ile uyardı. Ancak teknik bir sorun nedeniyle moderatörün uyarısını İşipek duymuyor, sunuma devam ediyordu. Sunumun en can alıcı yeriydi ve bütün dinleyiciler İşipek’in ekrandan gösterdiği tabloları izlemeye ve söylediklerini dinlemeye konsantre olmuştu. Moderatör İşipek’i durdurmaya çalıştıkça dinleyicilerin ekrana telaşla daha bir dikkat kesmeleri gülümsemelere neden oldu.

Prof Semih Koray’ın güncel dünya siyaseti üzerine değerlendirmeler içeren, zoom aracılığı ile yapacağı konuşma, programda kapanış konuşması olarak planlanmıştı. Ancak organizasyonda bir hata yapıldı ve Prof Semih Koray saat 15:20 sıralarında tarihçi akademisyenlerin yuvarlak masa tartışması başlaması gerekirken konuşmaya davet edildi. Bu hata, tarihçi akademisyenlerin tepkisine yol açtı. 13. dakikada Prof Koray’ın konuşması kesilmek suretiyle bu hata düzeltilmeye çalışıldı ve yuvarlak masa tartışmasına geçildi. Ancak Prof Semih Koray bu uygulamaya haklı tepki gösterdi. Kendisinden özür diliyoruz. Tartışmalar sebebiyle Dr Mehmet Perincek sunumunu yapamadan Çalıştay sona erdi.

Projemize verdikleri destek için Üniversitemiz Rektörü Sayın Prof Dr Mehmet Naci İnci’ye, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Sayın Prof Dr Yüksel Özgen’e, ATAM ve Boğaziçi Üniversitesi çalışanlarına, Saint Petersburg Devlet Üniversitesi Tarih Enstitüsü Direktörü Prof Dr Abdulla Khamidovich Daudov’a, son anda bizi kırmadan her türlü yılbaşı planlarını askıya alarak bu akademik etkinliğe katkı vermek için yollara düşen Prof Dr Aleksandr Eduardovich Kotov ve Doç Dr Dmitrii Vladislavovich Ovsiannikov’a ve de tabii ki varlığı ve çok değerli konuşmalarıyla, yönlendirmeleriyle, bizlere etkinlik boyunca rehber olan şeref konuğumuz Sayın Prof Dr İlber Ortaylı’ya, çok teşekkür ederiz.

Bir Inka atasözü ile bitirelim: “Pumanın kuyruğunu tutma, ama tuttuysan da asla bırakma”.

Devam edeceğiz.

Rusya Araştırmaları Çalıştayı
Düzenleme Kurulu

¹ Burada ‘aydın’ sözcüğünün etimolojik anlamı (uydu anlamında, kendisine gelen ışığı aynen yansıtmak, skolastik, gerici) ile gündelik dildeki anlamını (aklını kullanan, ilerici) karşı karşıya koyuyoruz.