‘Roma’ filminin otopsisi: Alfonso Cuaron kendi başyapıtını neden kötüledi? – Ali Polat, Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies

Not: Bu çalışma ilk olarak Sendika.org’da yayımlanmıştır.

Ticari bakımdan fiyasko olan bir film neden bu kadar büyük bir bütçeyle desteklendi? Halkın filme ilgisizliği, melezleşme sürecinde geçmiş yıllara göre artık gündemin alt sıralarına düşmüş olan yerli X beyaz ayrımı ve ayrımcılığının gündemin yeniden üst sıralarına taşınmasına karşı içten içe bir tepki miydi?

Modern-post-modern dünyada, kaynağını Troçki’nin sanat doktrininden alan sanat-siyaset ilişkisi de en az sanat-piyasa ilişkisi kadar yozdur. Troçki sanatta her türlü formalizmi reddeder. Sanat eğitimine, sanatta kurumsallaşmaya, devlet aygıtının sanatçıyı himayesine karşıdır.

————–xxxxxx————–

Alfonso Cuaron’un ‘Roma’ filmi, 24 Şubat’ta açıklanacak 2019 Oscar ödüllerine 10 dalda aday gösterildi. Sansasyonel başlıklı bazı haberlere göre tek bir filmin 10 dalda aday gösterilmesi, Oscar tarihinde ilk kez karşılaşılan bir durummuş. Medya bunu bir “rekor” olarak tanımladı.

Oysa film gerek Meksika’da, gerekse ABD’de vizyona girdiğinde halktan ilgi görmemişti. Gişe hasılatı tam bir fiyaskoya işaret ediyordu. Dahası, İspanyolca basında filmin Meksika’da ırkçı saldırıları tetiklediğine dair haberler yer aldı.

Bu arada film Meksika iç siyasetinde olumlu bir sonuç da doğurdu: büyük çoğunluğu yerli olan kayıtdışı ev çalışanları, Anayasa Mahkemesi tarafından zorunlu sigorta kapsamına alındı.

Cuaron’un ‘Roma’ filmine rakip olarak Yorgos Lanthimos’un ‘The Favourite’ filmi de Oscar’a 10 dalda aday gösterildi. Ama ‘The Favourite’ filminin 10 dalda aday gösterildiğini açıklayan haberlerde her nedense bu filmin de aynı rekoru kırdığını ilan etmedi.

Aslında rekoru başka yerde aramak gerekirdi: daha önce küçük rollerde sinema deneyimi olan, filmdeki faşist paramiliter (Los Halcones üyesi) Fermin rolündeki Jorge Antonio Guerrero, film çekimi başlamadan kısa bir süre önce ABD’de çalışma izni için Meksika’daki ABD konsolosluğuna başvurmuştu. Başvurusu reddedilmişti. Şimdi ise Oscar’a ‘En iyi erkek yardımcı oyuncu’ dalında aday gösterilmiş bulunuyor. Eğer Jorge Antonio Guerrero Oscar ödülünü alırsa, ABD vizesi alamamış Oscar ödüllü bir oyuncu olmasıyla gerçekten bir rekor kırmış olacak.

Ne oldu da 91 yıllık Oscar tarihinde ilk kez (olduğu söyleniyor – sağlamasını yapmadık) bir film 10 dalda birden aday gösterildi? Şimdi ‘Roma’ filmini karşımıza getiren diğer tuhaflıklara bakalım:

Netflix X Cannes çelişkisi, Venedik parlatması


Film ilk kez 2018 yılının Mayıs ayında yapılan Cannes Film Festivali’nde gösterilecekti. Festivalin jürisi, Netflix’e ait olduğu gerekçesiyle filmi oynatmayı reddetti.[1] Çünkü Cannes Film Festivali, Netflix’in sinema salonlarını reddeden söylemlerine ve sinemanın geleceğini ev sineması olarak görmesine itiraz ediyordu.

Filmin Netflix ile bağı bulunduğuna dair ilk işaret buydu. İlişki ticari sır niteliğinde olduğu için o günlerde bu bağın niteliğine dair herhangi bir bilgi (yapımcı mı, dağıtımcı mı, ortak mı, hepsi birden mi, vb.) basına yansımadı.

29 Ağustos-8 Eylül 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilen Venedik Film Festivali ise aynı hassasiyeti göstermedi, filmi yarışmaya dahil etti. Venedik’te Filme Altın Aslan Ödülü kazandırıldı.

Ticari fiyasko


Film 21 Kasım 2018’de sinema salonlarında gösterime girdi. Bu arada filmin 15 milyon dolara mal olduğunu öğrendik. Gişe ise, tam bir fiyaskoya işaret ediyordu: Aralık ayının başlarında hasıla 900 bin dolar cıvarındaydı. Halkın ilgisizliği nedeniyle film sinema salonlarından çekilmeye başladı.

Ticari fiyasko, film üzerine destanlar yazan eleştirmenleri çok şaşırttı. Hasılatın düşüklüğünü filmin az sayıda salonda gösterilmesine bağladılar. Eleştirmenlere göre ilgisizliğin nedeni, film için gerekli reklamın yapılmamış olmasıydı.

Gerçek neden bu muydu acaba?

Meksika basını, bir yandan başrol oyuncu Yalitza Aparicio’nun performansını överken Mixtec kökeni nedeniyle ırkçı sataşmalara maruz kaldığını da rapor etti.[2] Mixtek’ler, Meksika’daki dört yerli azınlık grubundan biri (diğerleri, Nahua, Maya ve Zapotec). Bu azınlıkların dördünün de toplamının Meksika’nın toplam nüfusuna oranı günümüzde yüzde 5’e kadar düşmüş durumda. Nedeni, melezleşme!

Öyleyse halkın filme karşı ilgisizliği, acaba geçmiş yıllara göre artık gündemin alt sıralarına düşmüş olan yerli X beyaz ayrımı ve ayrımcılığının gündemin yeniden üst sıralarına taşınmasına karşı içten içe bir tepki miydi? Belli ki ne Meksikalılar ne ABD’liler “dadımı anıyorum” bahanesiyle bir hizmetçinin kayıp hayatını, siyah-beyaz çekimiyle üzerine depresif “sanatsallık” yamanmış bu filmi izlemek istemiyordu.

İşte bu aşamada tekrar Netflix firmasını basında görmeye başladık: büyük bir reklam kampanyası eşliğinde film Netflix’in sitesinde gösterilmeye başlandı. Adeta Meksika halkını ve ABD’de yaşayan Meksikalıları filmi izlemeye çağırmak için Ocak ayında ABD’de düzenlenen ‘Golden Globe’ ödül töreninde filme ‘Yabancı Dilde Çekilmiş En İyi Film Ödülü‘ verildi. Filmi halka izlettirmek için her türlü yol denenmeye başladı. New York Times, Netflix’in 20 milyon dolara yaklaşan bir kampanya bütçesi ile filmi dünyaya tanıttığını haber yaptı.[3] Bütün bu çabalara rağmen Oscar törenleri öncesi gişe hasılatı 4 milyon doları bulamadı.

Bu ticari batağa rağmen Netflix neden böyle bir yatırıma girişti? Amme hizmeti yapmak, filmdeki ‘derin sanatı’ ve ‘yüce’ siyasi mesajları insanlığa iletmek için mi?

‘The Favourite’ ile ideolojik çarpışma


Oscar’a 10 dalda aday gösterilen diğer bir film ise 1702-1714 yılları arasında İngiltere kraliçesi olarak saltanat süren Kraliçe Anne’in özel hayatını anlatan, Yorgos Lanthimos’un ‘The Favourite’ filmi oldu.

Kraliçe Anne, 1603’ten beri İngiltere tahtında bulunan Stuart hanedanının son temsilcisi. Film, Kraliçe’nin sevgilisi olduğu iddia edilen Marlborough düşesi Sarah Churchill ile Kraliçe’nin yeni gözdesi olan Abigail Masham’ın mücadelesini anlatıyor.

Meşhur Havana purosuyla bildiğimiz Sir Winston Churchill de, şimdiki Kraliçe’nin hışmına uğrayıp Paris’te talihsiz bir otomobil kazasında hayatını kaybeden Lady Diana Spencer da, Sarah Churchill’in neslinden gelmektedir.

Cuaron’un ‘Roma’ filmi farklı sınıflardan kadınların dayanışmasını gösterirken, Lanthimos’un ‘The Favourite’ filmi eşcinsel kadınlar arasındaki entrikaları anlatmaktadır.

‘Roma’ filmi derin planda yerli Meksikalı ile beyaz Meksikalı arasındaki uçurumu işlemekteyken, ‘The Favourite’ filmi İngiltere tahtındaki bir kraliçenin, eskiden soyluyken bazı talihsizlikler sonucu hizmetçiliğe düşmüş zeki ve hırslı bir kadın (Churchill) tarafından nasıl maniple edildiğini anlatmaktadır.

Cuaron’un ‘Roma’sı ile Lanthimos’un ‘The Favourite’ini karşı karşıya koyduğumuzda biri diğerinin adeta antitezi gibidir.

‘Roma’ filmi, Trump’ın Meksika sınırına duvar örme planına karşı -sözde- hümanist tepkilerin, “aileler bölünüyor” bağırışlarının yükseldiği bir dönemde etnik kaşıma yapıyor.

‘The Favourite’ filmi ise, İngiliz eski MI6 ajanı, Orbis adlı özel istihbarat şirketinin patronu Christopher Steele’in Trump hakkında -seçimlerde Rus desteği aldığına dair- dosyayı yayımlaması üzerine geliyor.

İşte arka planda yürüyen bu gerilimin ayyuka çıktığı anlardan biri:

Trump, 92 yaşındaki kadıncağızı 15 dakika bekletmiş (törene yetişirken trafiğe takılmış), dahası muhafız birliğini denetlerken önünü iliklemeyi unutmuştur (sıcaktan). Yan yana yürürken bir ara Kraliçe’yi kaybetmiş, duvar gibi önünde dikilmiş, kadıncağız ne tarafından geçeceğini şaşırmış (yine sıcaktan). Trump Kraliçe’yle birlikte basamakları tırmanırken ekstra centilmenlik gösterip Kraliçe’nin elinden tutmamıştır (doğru yapıyor çünkü Kraliçe’ye dokunmak yasak).

Kendi başyapıtını kötülemek


Alfonso Cuaron’un 1998 yılında çektiği 25 milyon dolar bütçeli ‘Great Expectations’ filmi ise oldukça üne kavuşmuştu. Film eleştirmenlerinin beğenmediği bu film, gösterime girdikten sonraki bir yıl içinde 26.3 milyon dolar, bugün itibarıyla ise 55.5 milyon dolar hasılat yaptı.

İlginçtir ki Alfonso Cuaron 2016 yılında düzenlenen Tribeca Film Festivali’nde yaptığı söyleşide ‘Great Expectations’ filminin baştan sona başarısız bir film olduğunu söyledi.[4]

Ne oldu da Cuaron durup dururken 18 yıl önce yaptığı bu filmi kötüleme gereğini duydu? Bir yönetmen en çok beğenilen bir filmini neden yerin dibine batırır?

Alfonso Cuaron ‘Great Expectations’ filminde şöyle büyük bir hata yapmıştı: hiçbir sanat eğitimi almamış, kendi başına saçma sapan basit resimler yapan bir gencin, çocukken tesadüfen yardım etmiş bulunduğu bir mafya babasının para desteği ile New York’da şöhret olmasını anlatıyordu. Söyleşide[5] Cuaron’un kendi filmini kötülemek için nasıl somut gerekçeler söylemeden laf kıvırdığına özellikle dikkat edelim. Dahası, şu iki nokta çok önemli:

1) Cuaron tam da 2016’da, ‘Roma’ filmini kurgulamaya başlamışken bu açıklamayı yapma gereği duymuştur (Cuaron’un ‘Roma’ filmini kurgulamaya başladığı 2016’nın Eylül ayında basına yansımıştır.[6]

2) Bu açıklamanın tarihi ile ‘Roma’ filminin kurgulanmaya başlandığı tarihler tam da 8 Kasım 2016 ABD Başkanlık Seçimleri öncesi Trump’ın göçmenleri sınırlama politikası vadettiği günlere isabet etmektedir.

Cuaron’un şimdi kötülediği ama bize göre aslında bir başyapıt olan ‘Great Expectations’ filmi, neoliberalizmin doludizgin gittiği 90’lı yıllarda zor bir işi başarmış, “y” jenerasyonu olarak tabir ettiğimiz “yeter ki iste, olur” mottosuyla büyütülen gençliğin değerlerini ve ideallerini alaya almıştır.

Film baştan sonra düş (fantezi) ile gerçek arasında bir yalpalama halidir. Yaşlı kadının tuhaf malikanesi, çocukların her hafta orada dans etmek için buluşmaları, Finn uyurken Estella’nın her nasılsa kapalı kapıları aşıp onun yanıbaşına kadar gelebilmesi, Finn’in Estella’yı müstakbel kocasının yanından çekip alıp götürmesi… ve tabii bu düşsel anlar hep rahatsız edici bir şekilde kesintiye uğrar: Ruth amcanın bağıra çağıra sergiye gelmesi, kendi resmiyle dalga geçmesi, Finn’in çocukken kumda oynamalarını hararetle anlatırken bardakları devirerek sergi salonundaki kokoş kokteylin içine etmesi ve buna benzer huzursuz edici işaretler, Finn’in sonunda bütün “başarısını” yıllar önce kurtardığı mafya babasına borçlu olduğunu, ‘sanatçılığının’ aslında bir palavra olduğunu öğrenmesiyle anlam kazanır. Bu film, sanatta her türlü formalizmi, dolayısıyla klasik sanat eğitimini de reddeden Troçkist sanat doktrinini yerin dibine batırmaktadır.

Kulüpteki toplantı özellikle önemlidir. Estella herkesin içinde ilk aşkının Finn olduğunu söyler (50:40). Her ne kadar bu mahrem olguyu resmi toplantıda alenen ifşa etmesi mide bulandırıcı olsa da salak Finn bir an için havaya girer ve Estella’ya -yine herkesin içinde- onun yine resmini yapmak istediğini söyler. Kamera Estella’nın yüzüne odaklanır. Estella, Finn’e acıyan bir ifadeyle “ah sen aslında bir çöpsün ve çöp olduğunu farkında bile değilsin” der gibi acıyarak bakmaktadır. Bu sırada toplantıdaki diğer kadın kahkahalarla gülmektedir. Bu yavaşlatılmış sahnede, aynı anda, Estella’nın beraber olduğunu ima edecek şekilde elini tuttuğu patronu da Finn’e resimlerini neye göre fiyatlandırdığını sormaktadır: “resmi yaparken harcadığın zamana göre mi, resmin ölçülerine göre mi fiyat biçiyorsun?” (52:30-53:20).

Avant-gard, post-modern sanat ve sanatçı imalatı düzenini ifşa ettiği kendi filmi, bizzat Cuaron için bile neden bu kadar sert ve rahatsız edicidir?

Bu soruya sosyolojik bir yanıt bulmak için gentrifie kent merkezlerinde yuvalanmış lumpen-burjuva-intelligentsia’nın sanat-siyaset sarmalı içindeki evriminin izini sürmek, bu yuvalanmaların ileri kapitalist düzen içinde gördüğü işlevi anlamak gerekir.

Sanat yatırımlarının vergiden düşülebilmesi, ayrıca Sotheby’s, Charlie’s gibi müzayede firmalarında alıcı ve satıcının kimliğinin gizli tutulması, halka açık dev şirketlerin paralarını (bir diğer deyişle, halkın parasını) hortumlamaya yarayan bir düzen midir? Dahası bu çöpten sanat ve sanatçı imalatı, işsiz lumpen-burjuva gençleri gentrifie kent merkezlerinin bohem, ‘özgür’ ve ‘aykırı’ hayatına çeker. Bu gençlere hiç bir sanat eğitiminden geçmeden büyük sanatçı olma umutları aşılayarak onlara oyalanacakları bir yaşam modeli ve kimlik sunar. Böylece ileri kapitalizmin işleyişinde sorun çıkarabilecek ciddi bir insani atık sermayeyi emer, pasifize eder, dahası bunlara dolaylı tüketici bir işlev de kazandırır.

Malevich’in bir başyapıtı, ‘Siyah Kare’

Rus Anarşistleri’ni anlatan bir kaynakta gösterilen anarşistlerin siyah bayrağı.

Üzerine kitaplar yazılan, sanat okullarında biteviye dersleri verilen, suprematizm, non-objectivism gibi terimlerle buradaki yüce estetiği anlamaya rehber olacak söylevler çekilen bir yapıt, gerçekte Çarlık Rusyası’nın özgür sanat ortamında “sanat yapıyorum” bahanesiyle Anarşist parti bayrağını anarşistlikten tutuklanmadan sergilemeye yarayacak basit ve zekice bir propaganda eylemi midir?

Konuya böyle somut ve basit olgular üzerinden baktığımızda bu “uzman” mırmırlarının gerçekte insanların aklıyla alay etmek olduğunu görürüz.

Modern-post-modern dünyada, sanat-piyasa ilişkisi kadar kaynağını Troçki’nin sanat doktrininden alan sanat-siyaset ilişkisi de yozdur. Troçki sanatta her türlü formalizmi reddeder. Sanat eğitimine, sanatta kurumsallaşmaya, devlet aygıtının sanatçıyı himayesine de karşıdır. Dolayısıyla sosyalist devletin bir proleterya sanatı inşa etme projesine, Proletkult’e de karşıdır. Gizemciliğe karşı olduğunu biteviye tekrarlasa da, neye dayandırdığı belli olmadığı için kendi gizemleştirdiği devrimci-sanatsal-yaratıcılığı geçmişin mirası tüm klasik sanat formlarının, kurumlarının ve sanat eğitiminin yok edilmesine bağlar. Marksizme kardığı ukala romantik söylemiyle gelecekteki sınıfsız toplumda sanatın bütünüyle yok olacağını iddia eder.[7]

Escamotage (8)


Alerji her ne kadar sanatta formalizm olsa da, Cuaron ‘Roma’ filminde teknik (form) açıdan çizgi üstü bir performans sergilemiştir: kamera (her oyuncuya eşit mesafe); ses; mekan kullanımı; kıyafetler (dönemi yaşatıyor); kurgu (planların birbirine bağlanması, filmin akması)… bu üst düzey teknik performansın yanında senaryo etnik kaşımayı iki yoldan kamufle etmekte -Profesör Zizek’in deyişiyle- izleyicinin ‘yanlış sebeplerle‘ filmi alkışlamasını sağlayacak bir kurguyu (‘escamotage’) iki yoldan kurmaktadır:

1) Efendi – Hizmetçi çelişkisi: Film görünüşte sınıf antagonizmasını merkeze koyar gibi görünmektedir. Bu yolla, Hegel felsefesine ve Marksist literatüre aşina solcu cenaha “gel gel” yapmaktadır. Öte yandan “dadımı anıyorum” bahanesiyle sömürülen karakterin Mixtec yerlisi olarak betimlenmesinin yanısıra, iki hizmetçinin aralarında Mixtec dilinde konuştukları sahnedeki gibi çeşitli “etnik” enstantaneler de aralara serpiştirmiştir. Kentlere göçen yerlilerin (köy kökenli oldukları için) kentlerde hizmetçilik yapmaları olgusu Meksika toplumunda bildik bir olgudur. Meksika toplumunda etnik fark sınıf farkı büyük oranda örtüşegelmiştir. Dahası, Türkiye’deki Güneydoğu sorunundan farklı olarak, Meksika’daki ‘etnik fark’ ayrıca ‘fenotip fark’ ile de örtüşür. Türkiye’de şive ya da dil farkını bir kenara attığınızda bir ‘Kürt’ ile bir ‘Türk’ü fenotip (dış görünüş) açıdan birbirinden ayırt edemezsiniz. Meksika toplumunda ise yerli ile beyaz ayrımı fenotip açıdan da belirgindir ve bu belirginlik sınıf ayrımını kast sistemi içine de taşıyarak daha da keskinleştirir.

Ne var ki zaman içinde melezleşme yoluyla sınıf-fenotip ‘örtüşmesi’ azalmış, günümüzde safkan yerlilerin toplam nüfusa oranı yüzde 5’lere kadar gerilemiştir. Melezleşme olgusunun ve köylülüğün erimesinin (rasyonel ve mekanize tarım, kırda çiftçinin yükselişi) de etkisiyle, yerli dinamiği liberal kimlik siyasetine sığmayacak biçimde sol dinamikle iç içe geçmekte, daha berrak bir sol siyasetin de önü açılmaktadır. Cuaron’un filmi ise bu berraklığı yeni baştan bulandırdığı için halkı iğrendirmiştir.

2) Kadın Dayanışması: Beyaz ve burjuva kökenli “solcu” öğrenci ayaklanmasını yerlilerden oluşan “faşist” Los Halcones paramiliter grubun bastırması örneğindeki gibi, sınıf antagonizmasının oksimoron olgulara takıldığı noktada, Cuaron bu kez kadın dayanışmasını devreye sokmuştur ve bu Cuaron’un derinden işlettiği etnik kaşımanın daha da etkili bir kamuflajıdır. Çünkü zaten daha en baştan kabul edilemez olan şu mesajı vermektedir: “sen köylü bir hizmetçi olabilirsin, ben de şehirli zengin bir doktorun eşi olabilirim, ama ikimiz de kadın olduğumuz için ikimiz de terk edilmişiz ve ikimiz de mağduruz, öyleyse aramızdaki hizmetçi-efendi çelişkisinin bir hikmeti yok, sen köpek pisliklerini temizlemeye devam ediyorsan (son sahne), ben de iş buldum, böylece birlikte boğaz tokluğuna geçinir gideriz.

Hindistan İngiltere için neyse Meksika da ABD için böyle bir coğrafyadır. Kast sistemi, ‘arka bahçe’ denetimi için, buralarda türeyen “sol” hareketlerin gerek pasifize edilmesi, gerekse prematür patlatılarak bastırılması için çok işlevsel bir sosyolojik yapıdır. Meksika “solunun” tarihinde de etnik siyasetin bu gerici işlevselliğini örnekleyen olgular vardır.

Cuaron’un filmi adını Meksiko şehrinin Colonia Roma semtinden alıyor. Bu semt şehrin Cuauhtémoc ilçesinde ve şehrin tam merkezinde yer almaktadır. Yönetmen Alfonso Cuaron’un çocukluğu da bu semtte geçmiştir. Semt 1903 yılında inşa edilmeye başlanmıştır. Semtin üzerine kurulduğu arazi, Orrin Sirki’nin sahibi Edward Walter Orrin’e aittir.[9]

Colonia Roma semti, 1910-1920 Devrim yıllarında Meksiko şehrindeki imar gelişiminden hariç tutuldu. Daha sonra 1920’lerde Meksika Devlet Başkanı Alvaro Obregon bu semtte oturduğundan semtte inşaat faaliyetleri devam etti. Obregon 1928 yılında buradaki evinden bir arkadaşına yemeğe gittiği sırada, kilise karşıtı laik siyaset izlediği gerekçesi ile Katolik bir fanatik tarafından öldürüldü.

Sürrealizm’in dünya çapındaki ressamı Leonora Carrington da Colonia Roma’da yaşadı. Leonora’nın yakın arkadaşı, Sürrealist fotoğrafçılığın dünyaca ünlü temsilcisi Kati Horna, yine Sürrealist kadın ressam Remedios Varo, ayrıca Jose Emilio Pacheco, Sergio Pitol, Fernando del Paso, Ramon Lopez Velarde gibi yazarlar da bu semtte oturdu. Semt bu dönemde adeta sürrealistler semti haline gelmişti.

1940’ların ortalarına kadar zengin ailelerin oturduğu semte, daha sonra güneydoğu Meksika’dan gelen aileler yerleşmeye başladı. Colonia Roma’da oturan zengin aileler ise yeni kurulan semtlere taşındı. 1960’larda ise semt, okul, işyerleri ve orta sınıf halkın yaşadığı bir yer oldu. 1985 yılındaki depremde büyük zarar gören mahalle 1990’lardan sonra sanat galerilerinin, kitapçıların yerleştiği ‘gentrifie’ bir kültür alanı oldu.

20. yy başından bugünlere kadar gelen geniş bir zaman diliminde bu semtle ilgili taradığımız gazete haberleri semti her zaman “Colonia Roma” olarak anıyor. İzlenimimiz odur ki, mahallenin yerel halkın dilindeki adı da “Colonia Roma”dır, “Roma” değildir. Eğer bu tespitimiz doğruysa, Cuaron neden filminin adını “Roma” koymuştur?

İtalyan Federico Fellini de 1972 yılında ‘Roma’ adında kendi hayatını anlattığı bir film çekti ve bu film dünya sinema tarihine geçti. Acaba Cuaron siyah beyaz çekerek ilave bir ‘sanatsallık’ yamadığı bu filminin adını Fellini’nin ‘Roma’sını anıştırmak için mi ‘Roma’ koydu?

Alfonso Cuaron kendi çocukluğunu anlattığı bu filmde kamerayı kendi dadısı Libo Rodriguez’e odakladı. Yerli olan Libo hala hayatta olup 74 yaşındadır. Onun rolünü ise Meksikalı bir yerli olan Yalitza Aparicio oynadı. Libo’nun adı Cleo Gutierrez olarak değiştirildi.[10]

En iyi kadın oyuncu ödülüne aday gösterilen Yalitza Aparicio orta Meksika’nın Oaxaca şehrinden olup Mixtecapan (yağmurlu yerin insanları) diye anılan Mesoamerican yerlisidir. Bu arada Yalitza Meksika Vogue dergisine kapak oldu ve ilk kez bir yerlinin bu dergide kapak olması haberlerde sansasyonel şekilde yer aldı. Cuaron’nun gerçek hayattaki bakıcısı Libo da Yalitza ile aynı şehirdendir.[11]

Corpus Christi

Filmde, 10 Haziran 1971 Corpus Christi katliamının hızlı geçilmesi, solcu cenahta bir tatminsizlik duygusu bıraktı. Solcu izleyici, bu sahnelerin daha ayrıntılı işlenmesi, daha çok dramatize edilmesi beklentisinde olduğundan film bu açıdan yorum ve eleştiri aldı.[12]

Solcu cenahta tatminsizlik yaratan bu hızlı geçmenin Cuaron tarafından amaçlı mı yapıldığı, yoksa amaçsız bir semptom mu olduğunu düşünmek gerekir: Cuaron acaba nasıl baş edeceğini bilemediği bir olguyla – ‘aslında solcu olmaları gerekirken faşist paramiliter olan yerliler, solcu ama burjuva üniversite öğrencilerinin devrimci-özgürlükçü ayaklanmasını bastırdı‘ olgusu ile – karşı karşıya kaldığı için mi bu sahneleri filmde kısa geçti? Çünkü mutevazı tabancalarıyla atış talimleri uzun uzadıya gösterilen elit beyazlar, arka plandaki bu sokak çatışmaları sırasında gerçekten de hiçbir zaman silahlarına davranmak zorunda kalmamıştı. Çünkü onlar yerine meseleyi yerliler halletmişti! Netflix’in parlatmasıyla toplayacağı Oscar’lardan sonra, film üzerine ahkam kesecek “uzman” görüşlerde bu soruların yanıtlarını bulacağımızı umut ediyoruz.

Corpus Christi katliamının tarihsel arka planına baktığımızda yine Troçkist solun vahim paradokslarıyla karşılaşıyoruz:

Meksika 2000 yılına kadar adı “Devrimci” olan tek parti rejimiyle yönetildi (Partido Revolucionario Institucional, PRI). 1 Aralık 1970’te başkan olan eski içişleri bakanı Luis Echeverría Álvarez, üniversite özerkliğine ve diğer özgürlüklere dair konularda öğrencilere ve solculara sıcak mesajlar gönderiyordu. Ancak Álvarez göreve geldikten birkaç ay sonra her nedense öğrenciler üniversite özerkliği için yürümeye başladılar.

Tipik Troçkist bakış her türlü ayaklanmayı “halk harekete geçsin de ne için geçerse geçsin, evinde tembel uyumasın da, sokağa ne gerekçeyle çıkarsa çıksın, elbet sonunda iyi şeyler olur” diyerek kutsar. Buradaki varsayım da -her zamanki gibi- ‘üniversite özerkliği’ için ayaklanan bu öğrencileri işçiler, köylüler, diğer ezilenler izleyecek, hareket büyüyecek varsayımıydı… ama yine -her zamanki gibi- öyle olmadı: sokağa çıkan birkaç yüz öğrenciye kimse arka çıkmadı, tam tersine karşılarına kontrgerilla organizasyonu ABD imalatı faşist Los Halcones paramiliterleri çıktı ve 120 öğrencinin öldürüldüğü bir katliam gerçekleşti.

Bulduğumuz belgeler -ancak ABD’nin açıkladığı kadarıyla- Diaz Escobar adlı bir albayın talebi üzerine bu paramiliterleri eğiten ve örgütleyen kontrgerilla unsurlarının ABD’de eğitim gördüğünü açıklıyor. Daha sonra Allende’nin karısına himaye sağlayan, Filistin hareketine sıcak mesajlar gönderen, Başkan Álvarez’in bu olaylarda ne kadar iradesinin olduğu, bu olayların onun kontrolü dahilinde gerçekleşip gerçekleşmediği, prestijli vakıf üniversitesinin beyaz-burjuva -ama- solcu olan bu öğrencilerinin hangi öğrenci liderleri ve arka bağlantıları ile faşist ‘şahinlerin’ önüne yem atıldıkları gibi sorular, tarihçilerin önünde halen bakir duran araştırma konularıdır.[13]

Gabriel Retes’in 1992’de gösterime giren ‘El Bulto’ adlı filmi, Los Halcones üzerine bugüne kadar çekilmiş tek filmdir.

Biz yine de bu noktada Cuaron’un filmine Sergei Eisenstein’ın filmleri için yapılana benzer bir ‘yüce’ simgesellik monte etmeye çalışalım: üniversiteli gençlerin bu prematür girişimiyle ‘ölü doğan’ solcu ayaklanmaları acaba Cleo’nun ölü doğan bebeği ile mi simgeleştiriyor? Katliamın ertesi günü evin önünden geçen izci korteji acaba düzenin yeni baştan tesis edildiğini mi simgeliyor? Buna benzer “uzman” lakırdılarını Oscar törenlerinden sonra bolca okuyarak Cuaron’un yüce sanatını anlamaya çalışacağız.

Bitirirken önemli bir hatırlatma yapalım: Meksika, hem Sergei Eisenstein hem de Troçki’nin hayatında önemli bir durak olmuştur.

Sergei Eisenstein 1928’de çıktığı ve dört yıl sürecek yurtdışı seyahatinin son kısmını Upton Sinclair’in siparişi, şimdilerde ‘¡Que viva México!’ adı verilen film projesini çekmek için Meksika’da, Diego Rivera + Frida Kahlo çiftinin evinde geçirmiştir. Bu süreçte 61km negatif yakmasına rağmen izlenebilir bir film çıkaramadığı için Sinclair’in sabrı taşmış, finansman kesilmiş, Eisenstein 1932’de ekibiyle beraber soluğu Moskova’da almıştı. Ölümünden yıllar sonra geniş bir kadro çalışmasıyla bu 61km negatiften dört farklı tamamlanmamış film üretildi. Bu 61km negatif halen MoMA’da saklanmaktadır. ‘Roma’ filminin toplayacağı Oscar’lardan sonra Eisenstein etiketli bu filmlerin de tekrar ön plana çıkarılmasını bekleyebiliriz.

Eisenstein ve ekibinin ağırlanmasından 7 yıl sonra sonra Diego Rivera + Frida Kahlo çiftinin evi bu kez Troçki’nin son durağı olmuştur. Ford’un finansmanıyla yaşayan bu evde bir yandan Troçki’nin de dahil olduğu aşk poligonu ve diğer yandan Detroit’de çıkan işçi ayaklanmalarında Diego Rivera’nın arabuluculuğu gibi olaylar sonrası Troçki bu evde öldürülmüştür. Failler ise Moskova’ya kaçmış, Stalin tarafından rozetle taltif edilmişlerdir.

Zamanının belli başlı Detroit sanayicileri, Troçkist kimliği ile bilinen New York merkezli avant-gard sanat müzesi ve arşivi MoMA’nın (Museum of Modern Art) kurucuları ve finansörleridir. Sergei Eisenstein’ın Upton Sinclair ile ilişkisi gibi MoMA çalışanları da Proletkult’den dağılan Bolşevik avant-gard sanatçı çevreleriyle her zaman doğrudan temas halinde bulunmuşlardır. Ne var ki bu görüşmelerin arşivlerde bekleyen birinci kaynakları tarihçiler tarafından halen çalışılmış değildir dolayısıyla da bu ilişkilerin izleri İngilizce kaynaklara halen yansımamıştır. Etnik temelli kast sisteminin yarattığı kırılganlık nedeniyle Meksika her zaman sermayedar yemlemesiyle geçinen bu bohem Troçkist, sözde “solcu” elitlerin sosyal deneyleri için yuvalandıkları bir toprak olmuştur. Bugün Cuaron üzerinden yürütülen ‘Roma’ projesi de bize sanat-siyaset imalatının bu coğrafyadaki önceki tarihsel duraklarını anımsatmaktadır.

İstanbul, 24 Şubat 2019

engin_kurtay@yahoo.com

* Bu yazı, AliPolaT’ın (Ali Polat) aylar süren titiz araştırmalarının sağladığı verilerle hazırlanmıştır. Ayrıca ‘Roma’ filmini teknik açıdan yorumlayarak bize yardımcı olan sinema eleştirmeni Ruveyda Bayram’a teşekkür ederiz.

Dipnotlar:

  1. https://www.slashfilm.com/netflix-pulls-out-of-cannes/
  2. https://www.playgroundmag.net/cultura/ataques-racistas-contra-yalitza-aparicio-la-mejor-actriz-de-2018_31318869.html
  3. https://www.nytimes.com/2019/01/14/movies/roma-critics-choice-awards.html
  4. https://variety.com/2016/film/news/alfonso-cuaron-great-expectations-1201757974/
  5. https://talkfilmsociety.com/articles/aint-love-grand-alfonso-cuarns-great-expectations-1998
  6. https://variety.com/2016/film/news/alfonso-cuaron-new-movie-participant-media-1201855134/
  7. Leon Trotsky, Literature and Revolution, 1924.

    https://www.marxists.org/archive/trotsky/1924/lit_revo/

  8. Escamotage: dikkati asıl meseyle çağrışımlı başka konulara çekerek ve tartışmayı bu konular içinde boğarak, asıl meseleyle ilgili kendi kafasındaki projeyi hasma kabul ettirmeye yarayan diyalog/tartışma/müzakere tekniği.
  9. https://www.maspormas.com/ciudad/colonia-roma-en-el-tiempo/
  10. https://theconversation.com/the-oscars-what-you-may-have-missed-in-roma-109330
  11. https://www.refinery29.com/en-us/2018/12/219182/roma-true-story-real-people-alfonso-cuaron-life
  12. https://www.newyorker.com/magazine/2018/12/17/alfonso-cuaron-bears-witness-to-peril-with-roma
  13. The National Security Archive, The Corpus Christi Massacre, Mexico’s Attack on its Student Movement, June 10, 1971, Kate Doyle (kadoyle@gwu.edu) Research Assistance: Isaac Campos Costero, Additional Research: Tamara Feinstein and Michael Gavin Posted – June 10, 2003
    and
    The National Security Archive, The Dawn of Mexico’s Dirty War Lucio Cabañas and the Party of the Poor, Kate Doyle, Research assistance by Isaac Campos Costero, Eli Forsythe and Emilene Martínez Morales – December 5, 2003