“Bejin Çayırı”, Shumyatsky ve Babel’i idama götüren bir test miydi? – Ali Polat, Engin Kurtay

Istanbul Institute of
Russian and Sovietic Studies

Bu makale daha önce yayımladığımız “Sergei Eisenstein’ı anlamak” başlıklı ana makaleye birinci ektir. Bu ana makalenin Türkçe’sini teknik bir arıza nedeniyle sunamıyoruz, İngilizce’siyle idare edin.

Sergei Eisenstein + Grigory Alexandrov ikilisinin Potemkin Zırhlısı filmi 1925’te ilk kez gösterime girdiğinde sadece Moskova’da tek bir sinemada ve sadece bir hafta oynatılır. Halktan ilgi görmez. Bolşevik hükümet de kendi siparişleri olmasına rağmen filmi desteklemez. Film depoyu boylar. Ardından Mayakovsky’nin araya girmesiyle negatifler depodan alınır ve Berlin’e gönderilir. Ünlü Alman yönetmen Piel Jutzi tarafından 45 km’yi bulan negatifler baştan aşağı yeniden trim edilir ve 1.7 km uzunluğunda izlenebilir bir film oluşturulur. Uluslararası bir PR çalışmasıyla Douglas Fairbanks Sr., Mary Pickford gibi zamanın Hollywood ünlülerinin, elçilerin, konsolosların katılımıyla film 17 Aralık 1926’da Berlin’de gösterilir. Berlin’deki galayı izleyen günlerde Amerikan ve İngiliz basınının da eşgüdümlü parlatmasıyla film bir sanat başyapıtı olarak, Sergei Eisenstein da bir deha olarak dünyaya tanıtılır.

Sergei Eisenstein + Grigory Alexandrov ikilisi, bu geniş kadronun kendilerine yüklediği “dehayı” haliyle taşıyamazlar. Sonraki yıllarda yaptıkları filmler (Oktober; Generalnaya Liniya) fiyasko olur ve depoya kaldırılır. Bu başarısızlıklarına rağmen Stalin ikiliyi uzun bir yurtdışı seyahatine göndererek “ödüllendirir”. Seyahatin görünüşte amacı, yeni geliştirilen sesli film tekniklerini öğrenmeleri içindir.

Yurtdışı seyahatinin zamanlaması

1929’un Ağustos ayında yurtdışına gönderilen ikili bir süre Avrupa’da oyalanır. Daha sonra ABD’ye, oradan da Meksika’ya giderler. Buralardaki başarısızlıklardan sonra 1933’te Stalin’in şahsi telgrafıyla geri çağrılırlar.

Dört yıl süren bu yurtdışı gezisinin gerçek misyonuna kesin bir açıklama getirmekten halen uzağız. Ancak doğru soruları sormak için yeterli veriye sahibiz.

Kimi kaynaklarda, yeni gelişen sesli sinema tekniklerini öğrenmeleri için yurtdışına gönderildıkleri söylenir. Tabii biz bu palavrayı hemen bir kenara itiyoruz. Dört yıl süren seyahatin nedeni (ya da tek nedeni) bu olamaz.

İlk önce bakmamız gereken nokta, yaptıkları her işi idarenin siparişiyle yapan bu ikilinin hangi siyasal konjonktürde yurtdışına gönderildikleri olmalıdır. Sonra da şahsi ilişkilere bakmalıyız.

Yurtdışına gönderilmeleri, tam da Stalin’in gücünü konsolide ettiği ve hasımlarıyla ilk büyük hesaplaşmaya giriştiği 1928 – 1932 Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’na isabet eder.

NEP masada, sosyalizm lafta…

Şimdi Birinci Beş Yıllık Plan’a giden yolda büyük resmi anlamak için bir parantez açalım. Resmi tarih Bolşevik Devrimi’ni aşağı yukarı şöyle anlatır:

“(1) Otantik halk ayaklanması ve Lenin’in deha önderliğinin bir araya gelmesiyle Bolşevik partinin örgütlülüğü eski rejimi yıkar;

(2) komünizme doğru çoşkulu bir yol açılır; ama iç savaşın tahribatını telafi etmek için -geçici bir süreliğine- kapitalist serbest piyasa ekonomisi uygulanmak zorunda kalınır (NEP);

(3) hemen ertesinde asıl projeye geri dönülür, komünizme geçişi yürütecek uzun dönemli bir sosyalist proje oluşturulur;

(4) sonra bir şeyler ters gider, kişisel ihtiraslar, özellikle de Stalin’in kişiliğinin sebep olduğu talihsizlikler sosyalist projeyi otantik kulvarından saptırır, komünizme doğru yola çıkılmışken faşizme varılır.”

Bize göre bu masalın en kritik aldatmacası, yukarıdaki (2) nolu söylemdir:

NEP, geçici bir süreliğine tasarlanmış bir politika değildir, Leninizm’in ve Troçkizm’in baştan beri öngördüğü tek ajandadır.

Konuya bu doğrultuda baktığımızda Büyük Tasfiye gerçekleşmeden (3) nolu aşamaya geçilemeyeceğini görürüz. Dolayısıyla (4) nolu söylem anakronistiktir. Bolşevikler daha henüz Stalin gücünü konsolide etmeden çok önce batan gemiyi bu kafayla kurtaramayacaklarını görmüş ve birbirlerini yemeye 1923’ten itibaren başlamışlardır.

NEP’in yürürlüğe girmesinden sadece 2 yıl sonra – 1923’te – kırdaki durum artık yönetilemez hale gelir. Köylü bir yandan toprağını ekip biçmekle meşgulken haliyle ürününü pazarlama beceri ve zamanına sahip değildir. Köylünün sorunlarını ve taleplerini merkezi otoriteye doğrudan ileten ve büyük toprak sahiplerinin yetkilerini sınırlayan Zemstvo’lar ve Stolypin-Witte reformlarıyla kurulan tarım kooperatifleri lağvedilmiştir. Köylü piyasa ekonomisinin şartlarına tabi bırakılmış, kendi kaderine terk edilmiştir. Tarım ürünlerinin fiyatı devamlı düşer (makas krizi).

Biraz geri gidersek: Çarlık döneminde Zemstvo’larda alınan kararların valilik onayıyla yürürlüğe girmesine dair 1890’da çıkarılan kanun, büyük toprak sahiplerinin bu örgütlerdeki etkinliğini sınırlamıştı ve Moskova kırda büyük ölçekli eğitim, kalkınma ve aydınlanma projelerine girişmişti. Tarım kooperatifleri daha önceki serflik dönemindeki obshchina’ların köylüyü koruyan işlevlerini üstleniyordu. Stolypin-Witte reformları, obshchina’ların köylüyü koruyan işlevlerini yeni kurumlara devrederek serfliği kaldırmıştı, yani köylüyü, onu koruyan bir yasal/kurumsal çerçeve içinde toprak sahibi yapmıştı. Toprak reformuna ayrıca büyük bir eğitim-kültür seferberliği de eşlik ediyordu.

NEP politikaları, lağvedilen bu kurumların bıraktığı boşlukta hemen kendi aracı-asalak sınıflarını oluşturdu: “NEPman” adı verilen ve çok hızlı zenginleşen aracı tüccar bir sınıf doğdu. Bunun yanında ürününü pazarlayamayan küçük köylünün toprağını toplayarak büyüyen derebeyi sınıf (kulak) daha da semirdi ve ticarileşti. Yabancı sermayeye tanınan ayrıcalıklar, kır ekonomisini küresel kapitalizmin yoğun talep baskına açık bıraktı. Bu durum tarımda verim artışı ve yeniden köleleştirme baskısı yarattı (kapitalizminin kırda köleci rejimleri beslediği olguyu, ABD’de 18. ve 19. yy köleliği, Rusya’da IV. Ivan’ın Tatarları köleleştirmesi örneklerini verdiğimiz “Kazın Ayağı” yazımızda işlemiştik). Yükselen hoşnutsuzluk, protesto ve grevlerle kendini gösterdi.

1917’den sonra sadece 5 yıl içinde gelinen nokta, 1861’in de gerisindeydi.

Üç komite ve kaybolan mektup…

Bu sorunlarla nasıl başedileceğine dair tartışmalar Bolşevik çete içindeki dağılmayı da başlattı. 1923’te başlayan bu tartışmaların seviyesine ve sonuçlarına baktığımızda, Bolşeviklerin zaten daha en baştan beri NEP’in ötesinde bir ufka sahip olmadıklarını görürüz.

Kriz karşısında devlet aygıtı önce akla yakın bir refleks gösterdi: 1923 Eylül’ünde kriz dinamiklerini makroekonomik, finansal ve siyasal yönden inceleyip raporlamakla görevli üç ayrı komite kuruldu. Bu komitelerin kurulmasına ilk tepki ise Troçki’den geldi: Troçki, 8 Ekim 1923’te Politbüro ve Merkez Komite’ye bu üç komitenin kurulmasını protesto eden gizli bir mektup gönderdi. Troçki’nin bu mektubu bütün olarak hiçbir zaman yayımlanmadı. Ancak mektubun sızdırılan bazı kısımlarından ve sonrasında Troçkist bir grubun da Politbüro ve Merkez Komite’ye gönderdiği, “46’lar Bildirisi” adı verilen benzer içerikli diğer bir mektuptan hareketle Troçki’nin neler yazdığını anlayabiliyoruz.

Üç komiteden biri, siyasiler arasında ayrılık ve yolsuzlukları soruşturmakla görevliydi. Bu komitenin başına gizli servis (Cheka) şefi Dzerzhinsky getirildi. Aristokrat bir aileden gelen Dzerzhinsky, 1918’den (iç savaş yıllarından) beri özellikle St Petersburg’daki İngiliz casuslarının deşifre edilmesinde, orduya ve devlete sızmalarının önlenmesinde çok başarılı bir savaş vermişti.

Dzerzhinsky’nin Troçki’ye karşı doğrudan pozisyon aldığına dair bir ize rastlayamıyoruz. Ancak Troçki’nin bu üç komisyonun kurulmasına karşı mektubunu yazarken başlıca korkusunun Dzerzhinsky olduğunu tahmin ediyoruz. Çünkü iç savaş yıllarında bu iki şahsiyetin tutumları birbirinden radikal olarak farklıydı: Troçki kentlerdeki gıda krizi ve açlığa rağmen kır/kent bağını koparan, devlet aygıtını dağıtan bir politika izlerken, Dzerzhinsky ise devleti geri toplamaya çalışıyordu.

Burada kullandığımız “devlet” ifadesi okurun kafasını karıştırabilir. Devrim olmuş, monarşiye ait bütün yönetici elit tasfiye edilmiş… öyleyse hangi devletten bahsediyoruz? Oysa devlet yapısının tüm canlı unsurlarını yok etseniz bile devlet yok olmaz. Çünkü karşı karşıya kalınan her toplumsal/ekonomik sorunun çözümü için halkın aradığı ve başvurduğu iradenin – ki bunun en dip noktası gıda güvenliğinin sağlanmasıdır – sorun çözme teknikleri aynı kalır. Kadrolar tamamen değişse bile yeni devletteki kurumsal pozisyonların işlevleri, refleksleri aşağı yukarı aynı kalır.

Devleti bir daha yenisi kurulamayacak kadar yok etmenin tek bir yolu vardır, o da kent/kır bağını tamamen koparmak, açlığı insanların birbirini yiyeceği noktaya kadar ileri götürmektir…

1918’de Troçki bunu başarmak üzeredir. Ancak son anda bir engele takılır.

Stalin’in obsesyonu: gıda güvenliği

Stalin’in iç savaş yıllarında ne yaptığı pek bilinmez. Oysa Volgograd’ın “Stalingrad” adını haketmesi – II. Dünya Savaşı’ndaki destansı savunmadan çok – 1918 sonbaharında Volgograd’ın Tsaritsyn banliyösünün Stalin komutasında zaptedilmesi sayesindedir. Kentlerde açlık başlamıştır. Ana tahıl kaynağı olan bölgeler, Batı ve Güney cepheleri İtilaf Devletleri ile Ukrayna ayrılıkçılarının kontrolü altındadır. Yine İtilaf Devletleri’nin Archangel Operasyonu ile Doğu yönündeki (Sibirya) tedarik yolları da kesilmiştir. Bu şartlar altında Moskova ve St Petersburg’u besleyecek tek yol Volga nehridir. Açlığın önüne geçmenin tek yolu, Güney Rusya tahılının bu yolla kentlere ulaştırılmasıdır. Troçki gönderdiği ipe sapa gelmez emirlerle Kızılordu’yu başka yönlere sürmeye çalışır, ancak Stalin Troçki’den gelen emirleri yırtar atar ve beraberindeki milislerle Tsaritsyn’e yürür. Kasabayı kontrol altına alır, ambarlardaki tahılı yükletir ve gıda sevkiyatını başlatır. Bilinenin aksine Troçki ile Stalin arasındaki ilk sürtüşme 1924’ten sonra değil, 1918 Tsaritsyn operasyonu ile başlamıştır. Bu olgular bizzat Isaac Deutscher gibi Troçkist yazarların anlatılarında bile satır aralarından sızar.

Şimdi bu arka plan üzerinden 1923’teki Troçki’nin kaybolan mektubuna ve Troçkistlerin 46’lar Bildirisi’ne bakalım. Troçki’nin yazdıklarını okurken ne söylediğine değil neyi söylemekten kaçındığına bakmak, somut sorunlar karşısında uzun teorik gevezeliğin arkasına gizlediği asıl amacına bakmak gerekir. Bu mektuplarda da Troçki’nin NEP krizine somut bir çözüm önermek yerine çözümsüzlüğü teşvik ettiğini görüyoruz. Mektup uzun ve tumturaklı bir durum saptamasıyla başlar. Sonunda da krize somut bir çözüm önermek yerine parti içi demokrasinin öneminden ve bürokratikleşmenin devrim ruhuna aykırılığından bahseder. Üstü örtülü şekilde “komisyon falan kurmayın, durumu kurcalamayın, bırakın yerelde herkes başının çaresine baksın” demeye getirir. 46’lar Bildirisi’ni imzalayanların metnin altına koydukları yığınla şerh, bu anlamsız mektubun niye yazıldığına imzacılarının bile ikna olmadığını gösterir.

Bu iki mektuptan sonra Troçki’nin arkasındaki destek hızla azalır, kariyerinde istikrarlı bir düşüş başlar. Önce Savunma Bakanlığı görevinden alınır (Ocak 1925). 1926 başında Kamenev ve Zinoviev ile “Birleşik Muhalefet” denen ortaklığı kurar. Terimin çağrışımının aksine bu yine arkası tamamen boşalmış bir harekettir.

20 Temmuz 1926’da Dzerzhinsky kalp krizi geçirir ve ölür. Ancak ölümünden önce Dzerzhinsky’nin Troçki ile ilgili gerçekleri ortaya çıkardığını ve rapor ettiğini düşünüyoruz. Cenaze töreninde Stalin’in rahatlığı, diğerinin ise iğne üstündeliği yüzlerinden okunuyor:

Ekim 1926’da Troçki Politbüro’dan atılır. Ekim 1927’de Merkez Komite’den atılır. Kasım 1927’de “Birleşik Muhalefet” Krupskaya‘nın da katıldığı bir protesto yürüyüşü düzenler. Halktan katılım olmaz, meydanda kendi başlarına kalırlar. Ardından Troçki partiden atılır, ülkeden sürülür ve Frida Kahlo + Diego Rivera çiftinin evinde sonlanacak kaçış serüveni başlar.

Dzerzhinsky’nin ölümü üzerine gizli servisin başına Menzhinsky getirilir. Menzhinsky de Dzerzhinsky gibi aristokrat bir aileden gelir. 10 dil bildiği ve bildiği bütün dilleri de çok iyi düzeyde bildiği, akıcı konuştuğu söylenir. Menzhinsky ile not etmemiz gereken önemli bir husus da, 1917 öncesi Lenin’e karşı pozisyonda yer alan Anatoli Lunacharsky, Proletkult’ün kurucusu Alexander Bogdanov, Mikhail Pokrovsky, Grigory Aleksinsky, Martyn Liadov grubu içinde yer almış olmasıdır.

Menzhinsky 1916’da Lenin’in maniple bir ajan olduğunu iddia eden isimsiz bir makale yayımlamıştır.

Proletkult tartışması

Bogdanov’un kurduğu Proletkult iki ayrı cepheden eleştiri alır. Stalin de, Troçki de, Proletkult’e karşıdır. Ama karşı olma nedenleri farklıdır.

Proletkult, burjuva kültürü dediği sanatın yerine proleterya sanatını yaratma iddiasındadır. Ama bunu yaparken, Proletkult örgütlenmesi içinde kimlerin Çarlık Rusyası’nın kültür ve sanat birikimini toptan ve fiziksel olarak da yakıp yıkıp satmayı savunduğu, buna karşı kimlerin bunları koruma refleksi gösterdiği, bugün hala tarihçilerin önünde canlı ve bakir duran bir araştırma konusudur. Proletkult kadroları içinde bu iki kampın mensupları, tartışmaları, araştırılmalı, isim isim belirlenmelidir.

Troçki ise burjuva sanatına karşıdır, ama ayrıca proleterya sanatı olabileceği fikrine de karşıdır. Gerekçe olarak da, devrimin amacının sınıfsız bir toplum yaratmak olduğunu, bu nedenle proleterya sınıfına özgü bir sanat arayışına girmemek gerektiğini söyler. Troçki sanatta her türlü formu reddeder. Eskinin yıkılmasını, yok edilmesini savunur. Sanatçının tabi olması gereken tek kriterin devrime bağlılık ve toplumsal sorumluluk olduğunu söyler. Bu iki kriter dışında sanatçının her türlü formdan bağımsız ve özgür hareket etmesi gerektiğini söyler.

Tabii kulağa hoş gelen bu lafları bir yana atıp Troçki’nin bunları söylerken asıl kafasının içinde neler döndüğünü irdelememiz gerekir. Eğer bir kavramı her şeyi kapsayacak şekilde genişletirseniz o kavramın anlamını yitirirsiniz. Troçki’nin sözde”özgür sanat” savunusuyla vardığı nihai nokta, sanatın tümden yok edilmesidir.

Stalin ise hem proletkult’ün hem Troçki’nin “burjuva sanatı” diye etiketlediği sanatı sever, bunu “burjuva sanatı” diye yaftalamaz. Stalin’e göre sanat evrenseldir. Doğru devlet politikası ile sanat halk tabanına indirilebilir, burjuva sınıfının tekelinden kurtarılarak halka mal edebilir. Stalin, halkın evrensel anlamda sanata erişimini sağlayacak eğitim ve altyapının devlet eliyle kurulmasını savunur.

Proletkult üzerinde dönen kavganın aşamalarına baktığımızda, önce Proletkult’çülerle Troçkistlerin kapıştığını ve bu kapışmada Lenin’in (ölümüne yakın) Troçki’nin yanında pozisyon aldığını ve böylece Proletkult’ün kapatıldığını görüyoruz. Proletkult kapışmasının tarihleri, yukarıda anlattığımız NEP (makas) krizinin başladığı ve bu krize çozüm aramak üzere üç komisyonun kurulduğu tarihlerle örtüşmektedir (1923 – 1924).

Troçki’nin komisyonlara karşı tepkisi ile Proletkult’e karşı tepkisi birbirine benzer: Hem ekonomik alanda hem de kültür alanında kurumsal planlamaya karşıdır.

Bu aşamaya kadar Stalin henüz ön planda görünmemektedir. Görünürdeki kavga – daha sonra olacaklarla kıyaslandığında – sosyalistler arasında sanki masum bir kavgaymış gibi, sanki komünizm kurgusuna dair romantik-doktrinsel bir çelişkiymiş gibi görünmektedir (resmi tarih de süreci bu minvalde anlatır).

Biz ise bu ilk dönem Proletkult X Troçki çelişkisini (1918-1923), 1918’den beri onu mimlemiş olan Stalin’e karşı Troçki’nin kendi safını sıkılaştırma telaşına bağlıyoruz. Sayfalar dolusu teorik gevezelikleri bir yana bırakmalı, olanları pratik ve gerçek çelişkilerden yola çıkarak, aktörlerin kuyruğu dik tutma mücadelesinden hareketle anlamaya çalışmalıyız.

Rusya’da kültür politikası ile ekonomi politikası arasındaki ilişki sanılandan her zaman çok daha iç içe olmuştur. Dzerzhinsky’nin ölümü üzerine 1926’da gizli servisin yeni şefi olan Menzhinsky, 1916’da Lenin’e karşı Bogdanov + Lunacharsky tarafında yer almıştır. Ancak Proletkult’e karşıdır. Menzhinsky’nin asıl Stalin’in sanat doktrinine yakın olduğu için Proletkult’e karşı olduğunu, dolayısıyla asıl düşmanının Troçki olduğunu düşünüyoruz. Aktörlerin bağlı bulundukları sanat doktrini, siyaset ve ekonomiye dair gerçek eğilimlerini de açığa çıkaran bir gösterge haline gelir.

Shakhty davası

1928 yılının Nisan ortalarında Rostov Oblast’ının Shakhty bölgesinde 50’si Rus, 3’ü Alman, mühendis, teknisyen ve yönetici tutuklanır. Birçok kömür madeninin bulunduğu bölgede sürekli maden kazaları olmakta, üretim planlananın çok altında kalmaktadır. Menzhinsky‘nin ilk büyük operasyonu olan bu tutuklamaları, bölge şefi Yefim Georgievich Yevdomikov yürütür. Yevdomikov, zanlıların yurtdışında bulunan eski maden sahiplerinden teknik bilgi alarak ekonomik sabotaj yaptıklarını açıklar. Mayıs ve Haziran aylarında yapılan yargılamalar sonunda sanıklardan itirafçı olanlar serbest kalır, bazıları 1 ila 3 yıl hapis cezalarına çarptırılır. 5 kişi kurşuna dizilir, hüküm giyen 6 kişi ise özel bir afla serbest kalır.

Bu dava basın ve radyo yoluyla bütün Rusya’da duyurulur ve ailelerinin burjuva kökeni gerekçe gösterilerek “sınıf düşmanı” (class-alien) ilan edilen bir çok ailenin çocuğu okullardan atılır. Ayrıca birçok öğretim görevlisinin de işine son verilir.

Eisenstein bu sırada Generalnaya Liniya (ilk adı “Eski ve Yeni”) filmini çekmiş, ama film otoriteler tarafından beğenilmeyip depoya kaldırılmıştır. Eisenstein + Alexandrov ikilisinin yurtdışına gönderilmeleri de tam Shakhty kovuşturmalarının başladığı tarihe isabet eder. Eisenstein’ın bir burjuva ailesinden geldiği ve anne babasının devrim düşmanı olduğu bilinen bir gerçektir. Ünlü bir mimar olan babası Berlin’e, nakliye firması sahibi çok zengin bir aileden gelen annesi de Fransa’ya kaçmıştır. Yığınla insanın hayatı burjuva ailelerden geldikleri gerekçesiyle karartılırken, dahası son yaptığı film Generalnaya Liniya “hatalı ideoloji” denerek depoya atılmışken, Eisenstein + Alexandrov ikilisi ödüllendirilir, yurdışına çıkmalarına izin verilir.

Yurtdışına çıkış izni almaları üzerine kameraman Tisse’yi de yanlarına alarak birlikte önce Berlin’e giderler ve aynı filmin (“The General Line”) buradaki galasına katılırlar. Sovyetlerde depoya atılan film Berlin’de çok beğenilir. Grubun yurtdışı seyahati devam eder. Dört yıl süren bu seyahatin son durağı, Upton Sinclair’in projesi için bir türlü film haline dönüştüremedikleri 61 km negatifi yaktıkları Meksika’dır. 1933’te Stalin’in şahsi telgrafıyla geri çağrılırlar ve yurda dönerler.

Olayların akışındaki tuhaflığı görmek gerekir. Özetle, Stalin birinci büyük hesaplaşmasına girişirken bizimkilere adeta “Çocuklar, siz gidin biraz dolaşın” demiştir.

Sonra işini bitirdiğinde de “Haydi şimdi gelin” demiştir.

Eisenstein üzerine ahkam kesen onca “uzmanın”, akademisyenin, vesairenin de aklına bugüne kadar bu muammayı sorgulamak gelmemiştir.

Eisenstein + Alexandrov ikilisinin yurtdışında bulundukları bu dönem Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ve (1923’te kapatılan Proletkult yerine) RAPP’ın (Rossiyskaya Assotsiatsiya Proletarskikh Pisateley – Russian Association of Proletarian Writers) kurulduğu, Stalin’in “Kültür Devrimi” projesinin başlatıldığı döneme isabet eder. Bu dönem ayrıca Stalin’in NEP politikalarının tüm kalıntılarını temizlemeye giriştiği, aracı tüccarların ve derebeylerin (Kulak) tasfiye edildiği, tarımda kolektifleştirmenin (Kolkhoz) başlatıldığı dönemdir.

1929’da başlattığı bu kolektifleştirme (Kolkhoz) projesi, 1918 Tsaritsyn Operasyonu’ndan sonra Stalin’in ikinci kez ülkede gıda güvenliğini sağlama projesidir. Büyük dirençle karşılaşır. Derebeyleri ürünleri saklarlar ya da yakarlar, hayvanları öldürürler. Bu tür hareketlere karşı sert kanunlar çıkarılır. Vyacheslav Molotov programın sahadaki takibi için görevlendirilir. Program çerçevesinde 5 milyon cıvarında köylünün yerinden edildiği, bir buçuk milyon cıvarında köylünün de öldüğü tahmin edilmektedir. 1933’e gelindiğinde yeni Kolkhoz düzeni rayına oturmuştur.

Bejin Çayırı ya da “Tuzağı”

1933’te geri çağırttığı Eisenstein + Alexandrov ikilisine Stalin yine Kolkhoz projesini işleyen yeni bir film sipariş eder. Bejin Çayırı adı verilen bu filmin senaryosu bu kez Generalnaya Liniya gibi basit değildir. Adeta bir test gibidir. Gerçek bir öyküden türetilmiştir: Küçük bir köylü çocuk, ürünleri Kolkhoz’a teslim etmemek için yakan derebeyi babasını kolluk kuvvetlerine ihbar eder. Baba kovuşturulur ve mahkum edilir. Amcalar çocuğu döverek öldürürler.

Film iki yılda bitirilemez ve sonunda 17 Mart 1937’de rafa kaldırılır. Bejin Çayırı üzerine egemen anlatı, filmin bitirilemeyişini senaryoya Stalin’in burnunu sokması, Eisenstein’ın “yüce” sanatının politikaya alet edilmesi gibi saçma sapan nedenlere bağlayarak açıklamaya çalışır. Biz tabii bu anlatıları elimizin tersiyle bir kenara itiyoruz. Sipariş zaten Stalin’den geliyor, Eisenstein ve ekibi de zaten siparişle propaganda filmi çeken bir ekip. Hal böyleyken Bejin Çayırı’yla ilgili “politika bulaştırılarak sanat iğfal edilmiş” şeklindeki anlatılar insanların aklıyla alay etmektir.

Biz filmin bitirilemeyiş nedenini, Eisenstein’ın çevresindeki Troçkist entelektüel cenahın senaryonun ortaya koyduğu şu soruların üstesinden bir türlü gelememesine bağlıyoruz:

Çocuk kahraman mıdır, yoksa hain midir? Yasaya uyarak babayı ihbar etmek, dolayısıyla aile değerlerine, babaya ihanet etmek caiz midir? Aile mi önce gelir, yoksa toplum mu önce gelir…?

Sinematografi Daire Başkanı Boris Shumyatsky ve senarist Isaak Babel, Stalin’in film için öngördüğü bu açık seçik mesajın altına bir türlü kendi imzalarını atamazlar. Dahası Eisenstein’ın da “sanat için sanat yapıyorum” bahanesiyle senaryoyu ha bire bulandırıp karıştırması tartışmaları kızıştırır. Proje, Shumyatsky ve Babel’in yeni rejime bağlılık derecelerini ölçen bir tuzak gibi işlev görür.

Projenin rafa kaldırıldığı tarih (17 Mart 1937) Stalin’in Troçkist kalıntılarla son büyük hesaplaşmasının tarihlerine isabet eder. Proletkult günlerinden beri Eisenstein’ın da içinde bulunduğu Troçkist çevrede yer alan Boris Shumyatsky, Isaak Babel ve Meyerhold ilerleyen aylarda tutuklanırlar ve sırasıyla 29 Temmuz 1938; 27 Ocak 1940 ve 2 Şubat 1940 tarihlerinde kurşuna dizilirler.

Suçlamalar İngiliz ve Japon casusluğu yaptıkları şeklindedir. Shumyatsky’nin 1906-1907’de (Japon-Rus Savaşı sırasında) Vladivostok’ta Rus Pasifik donanmasında ayaklanma düzenlediği, İç Savaşın son yıllarında da (1921-1922) Moğol ve Buryat ayrılıkçılığına destek vermesi nedeniyle Stalin’le ters düştüğü bilinir.

Senaryo üzerine tartışmalar çıkar. Senaryosu birbirinden farklı versiyonlar üretilir. Bunların bazıları küçük çocuğun öldürülmesine dinsel temalar yükler. Eisenstein filmin, oğlu Isaak’ı kurban etmeye kalkışan İbrahim’in öyküsünü anıştırdığını söyler. Shumyatsky ile Eisenstein’ın arası açılır. Proje rafa kaldırıldıktan sonra bile tartışması devam eder: Shumyatsky Eisenstein’ı şımarıkça sanatçılık taslamakla, açık ve net mesajlar vermekten kaçınmakla suçlar. Eisenstein bu suçlamalara karşılık hatalı olduğunu kabul eden bir yazı yayımlar. Shumyatsky ilerleyen aylarda tutuklanır ve kurşuna dizilir, Eisenstein ise yeni bir film siparişiyle daha ödüllendirilir: Alexander Nevsky filmi de yaklaşan savaş öncesinde Batı’ya diplomatik mesaj vermek için kullanılmış, gösterime girmeden depoyu boylamıştır.

Sanat dünyası ile siyaset arasındaki ilişkinin tipik bir örneğini ortaya koyan bu hikaye, deha ürünü diye pazarlanan belli bir kesim sanat yapıtının deha ürünü olmadığını, tam bir kadro mühendisliği ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. “Sergei Eisenstein” adı ise dikilip bitirildikten sonra elbisenin kenarına iliştirilen bir etiketten ibarettir. Bu etiket üzerinden yaratılan efsane üzerine de binlerce sayfa kitap, tez, makale yazılmıştır. Bu olgu, ortaçağ skolastisizminin modern çağ versiyonuna örnek teşkil eder. Ruhban sınıfı da sözde “sol” ve “seküler” sanat çevreleridir. Cilayı zımparalayıp gerçek Sergei Eisenstein’a baktığımızda ise tarihin yine acı bir ironisiyle – şartlar gerektirdiğinde bizzat kendisini marka yapanlardan en yakınlarını bile Stalin teröründe ele veren bir kemiksizle – karşılaşırız.

Kaynakça

  • Sheila Fitzpatrick, “Cultural Revolution in Russia, 1928 – 1932”, January 1974, Journal of Contemporary History, Vol 9, no 1, p. 33-52
  • Eugene Lyons, “Assignment in Utopia – 1937”, 2nd Edition, Transaction Publishers, 1991
  • Notes on Soviet Show Trials, https://novaonline.nvcc.edu/eli/evans/HIS242/Notes/ShowTrials.html
  • Stephan Kotkin, “Stalin: Paradoxes of Power 1878 – 1928”, Penguin Press, New York, 2014
  • Roy Medvedev, “Let History Judge”, Columbia University Press, 1989
  • James William Crowl, “Angels in Stalin’s Paradise”, University Press of America, 1982
  • H.W.Wilson, “World Film Directors 1890 – 1945”, Vol 1, H.W.Wilson Co., New York, 1987, p. 291-292