Zizek tartışması: Yanıta yanıt

Originally published on Sendika10.org.

Uzun bir aradan sonra merakla beklediğim yanıtlardan biri geldi.

Sendika Org’daki 9 Mart 2012 tarihli yazımda, arkasından koparılan fırtınanın Zizek’in öncelikle önemli “etki” yarattığını ve ciddi “sorun” olduğunu ispatladığını yazmıştım. O yazımın temel motivasyonu, bu “etki” ve “sorunun” karmaşa içindeki tepkiler ardına gizlenmiş gerçek niteliğini ortaya dökmekti. Hiçbir yansıma gelmeseydi hevesim kursağımda kalacaktı. Sungur Savran’a öncelikle teşekkür ederim: bu katkısı ile (yazısında yanılgıyla belirttiği gibi siyaset değil) siyaset felsefesi tartışmaya başlıyoruz.

Bu öfke niye?

Siyaset değil felsefe tartıştığımıza göre daha iyi sonuç almak için öfkeyi bir yana bırakmak gerekir. Nedir bu Zizek’e öfke? Tahrir’i, OWS’yi desteklemiş, yüzlerce insana “Burada durmaktan bezince, evlerimize dönünce geriye ne kalacak? Bu hareket nasıl ilerleyecek?” diye sormuş bir felsefeciyi bir çırpıda “Gerici” diye damgalamak bu kadar kolay mı? İki buçuk saatlik konuşmanın simültane çevirisini gençlere bir gericiyi ibret olsun diye anlatmak için mi yaptınız? Soru-cevap bölümünde dinleyicilerin protestosuna rağmen herkesi susturarak soru sahibesine tekrar tekrar söz veren, ısrarla, dakikalarca, inatla ve samimiyetle soru sahibesine herkesten çok saygı göstererek kendini anlatmaya çabalayan bu Profesör’e, yazılarınızda eleştirdiğiniz hususlardan hiç mi bahsetme fırsatı bulamadınız? Bu kadar topa tuttuğunuz ve Türkçe yazdığınız için hakkında ne söylediğinizi duyma şansı bile olmayan bir adama, hiç olmazsa Ece Temelkuran’ın yazdığı gibi İngilizce bir mektup yazmayı neden düşünmediniz? Sizi tanımasa bile o gün çevirmeni olmanız sıfatıyla size güvenmiş bir konuşmacı, arkasından bunca dedikodu yapılırken en azından böyle bir mektup almayı hak etmiyor mu?

Siyaset felsefesi

“Ücretli Burjuvazi” kavramı bir soyutlama olup, somut düzeyde bu kategorinin proletaryanın yüksek gelirli tabakalarıyla kısmen çakıştığı doğrudur. Gerçek bireyler aynı anda ücretli burjuva ve yüksek gelirli emekçi kategorilerine dahil olabilir ve ideolojik pratikleriyle bu iki pozisyon arasında gidip gelebilirler. Kümelerin kesişmesi, kategorinin isabetsizliğini göstermez, bilakis, kesişme bölgesinde yer alan bireyleri sol siyasete dahil etmek için sol kuramın tam da bu kategoriler üzerinden siyaset üretmesi gerektiğini gösterir. İdeoloji Kuramı, tam da soyut sınıf kategorilerinin somut karşılıklarında böyle kesişme bölgeleri bulunduğu için gereklidir.

Sermaye ilişkilerini yönetme, yürütme ve yeniden üretme işlerini örgütleyen tabaka, finansallaşmanın krize girmesiyle (1999, sonra 2007 ve devamı) iki türlü basınç altındadır:

Bir: Bu tabakanın sermaye sahibi/yatırımcı ile arasındaki doğal bağlaşıklığı kırılmakta, “yazılı olmayan bir takım toplumsal uzlaşılara”dayanan ayrıcalıkları sorgulanmakta ve bu ayrıcalıklar aşağı çekilmektedir. Bu ayrıcalıkları koruma çabası (bunlar için grev yapılması gibi) sol siyasete bulaşmamalıdır. Çünkü bu zorlamalar, iki burjuva fraksiyonu arasındaki doğal bağlaşıklığı restore ederek asıl büyük momentuma sahip “sürekli işsiz” ve düzenin arızalı parçası “uygar dünyanın dışında yaşamaya mahkum” milyonlarca insanın dahil edileceği siyaset seçeneklerini dışlayacaktır.

İki: Eğitim ve kariyer yoluyla sermayedar bağlaşığı ücretli pozisyonlara sahip olmak (sınıf atlamak) giderek daha zorlaşmaktadır. Bu durum, kesişme bölgesinin giderek daraldığını, düzenin artık yüksek gelirli bir proleter/ücretli burjuva sınıfı taşıyamaz duruma geldiğini göstermektedir. Varlıksız kitlelere söylenen sosyolojik nosyondan yoksun o bildik burjuva dersler, “oku, çalış, sen de yaparsın” tarzı meritokratik sınıf atlama fantezileri dağılmakta, varlıksız öğrenci gençliğin yazgısı da o diğer milyonlarla birleştirmektedir.

Sözde “orta sınıf” kategorisini emek-sermaye çelişkisi içinde Marksist bir perspektifle çözümlemeyi amaçlayan “ücretli burjuva”; “duygulanımsal (affective) proletarya”; “kendi işini düzenleyen (self-programming) proletarya” gibi son yıllarda önerilen kategoriler, sol kuram için paha biçilmez önemdedir. Bu tabakalar halihazırdaki düzene ait ilişkileri yönetme, yürütme, yeniden üretme bilgi ve becerisine sahip oldukları için, toplumsal bir alt üst oluş halinde yeni bir düzeni tasarlama, kurma, yürütme ve yönetmeye de (toplum mühendisliği yapmaya) aday kesimlerdir.

Savran’ın beyanının tersine, Zizek “orta sınıf” kavramını aynen yukarıdaki kaygılarla çözümlemektedir. İfade güçlüğü çeken konuşmacılar tırnak işareti kullandıklarını belirtmek için iki parmaklarını sallarlar. Zizek bu hareketi yapmadıysa da “orta sınıf” kavramını tırnak içine almadı demek değildir. Buradaki tırnak işaretlerini duyabilmek için konuşmayı bölük pörçük aforizmalar şeklinde değil, bütün olarak kavramak gerekir.

Korku hata yaptırır

Sungur Savran, 9 Mart yazımda felsefi bir kaygıyla vurguladığım “ahlak” ve “vicdan” (ethics ve moral) kavramları arasındaki ayrımı, benim ahlak dersi verdiğim şeklinde algılamış. Benim böyle bir kaygım yoktu, ancak Zizek’in felsefesinde temel unsur olan psikanaliz disiplinini insanlığa genel bir ahlak dersi olarak anlamak da mümkün. Bu dersten korkulmamalıdır. Korku, temel sorularla yüzleşmekten bizi alıkoyar.

Söyleşinin videolarından Part 6 ve devamı, bütünüyle şu sorulara odaklanır: “Ayaklanmalar neden ilerleyemiyor? Nasıl ilerleyebilir?” Sungur Savran altyazılarıma “uydurma” dediği bölümde (Part8/07.55-08.10) büyüteçle çarpıtma arasa da, bulduğu çarpıtma değil Olaya dair kendi önyargılardır: can alıcı soru, Toplumsal Olayı kimin neden başlattığı değildir. Olay başladıktan sonra ve her türlü olasılığa açıkken – ki güzelliği budur (Part8/0723-0735) – neden ilerletilememiştir (Part8/0714-0722 “Tragic Limitation”)? Zizek bu soruya şu yanıtı önermektedir: Ayaklanma ilerletilememiştir, çünkü Olayda başı çeken kesim, bu Olayın gerçekte (ya da fantezi dünyasında) sahip olduğu ayrıcalıkları tehdit ettiğini görmüş (Part8/0755-0810 Savran’ın altyazıya uydurma dediği yer), bu nedenle “kurucu özne” haline gelememiş, yoksul ve sessiz çoğunluğu harekete geçirememiştir (Part8/0812-0822). Görüldüğü gibi, soru, cevap ve cevabı destekleyen argüman konuşma dilinde doğal olarak 68 saniyeye dağınık bir halde yayılmıştır (Toplam: Part8/0714-0822). Yukarıdaki koyu-italik ifade argümanın bütünüdür ve bunun hangi sözcüklerle ve nasıl bir sözdizimiyle yazıldığı değil, aktaran tarafından doğru anlaşılması ve doğru aktarılması önemlidir. Bu ifadeyi olduğu gibi 68 saniye boyunca asılı duracak ve bütün ekranı kaplayacak şekilde de yazabilirdim. Konuşma dilinin doğasından olan bu dağınıklığı altyazılarda toparlamak ve düzenlemek gereklidir. Altyazıların tamamı bu şekilde yapılmıştır. Çünkü konuşma dili yazı dilinden farklıdır ve bu videolarda sinema filmi oynamıyor! Eğer bunu sinema altyazısı gibi çevirirseniz konuşmayı İngilizce takip edemeyen ve sadece altyazıları okuyan izleyici bölük pörçük aforizmalardan başka bir şey göremeyecek, paragrafları, argüman öbeklerini ayırt edemeyecektir. Kaldı ki felsefe metinlerinin üç kere okunması gerektiğini söylemiştim: önce metnin bütününden paragraflara, sonra paragraflardan tekrar metnin bütününe dönerek konu tam olarak anlaşılabilir.

Öyleyse Savran, 68 saniyelik paragrafın 15 saniyesini cımbızlayarak burada çarpıtma arayacağına, yukarıda koyu-italik yazılı argümanın gerçekten Zizek’e ait olup olmadığını, eğer ona ait olduğuna ikna olduysa ve eğer farklı düşünüyorsa da bu argümanın geçerli olup olmadığını benimle – kendi deyimiyle – “çatır çatır” (ya da tatlı tatlı) tartışmalıdır.

Yine de teşekkür ederim, felsefenin keyfi işte böyle metni didik didik etmeye başladığınız zaman çıkar. Her ne kadar bu aşamaya geçmek için önce çeviri sorunlarını aşmak gerekse de, Savran ve benim için böyle bir sorun yok. İkimiz de Profesörün konuştuğu dili anlıyoruz. Savran’ın ses kaydını tabii ki arşivimde bulundurmak isterim, ancak kaydı dinleyip yanlış aramaya niyetim yok, zira çevirisi doğruysa bu kez de BirGün’deki yazısı ses kaydıyla tutmayacaktır. Yani iki bilinmeyenli denklem ve bu konu Savran’ın kendi sorumluluğunda.

Altyazılarıma dair Savran’ın şikayet ettiği diğer tespitleri kısa notlarla geçelim:

Invade: Bu sözcüğün istila etmek anlamına geldiğini farkındayım, Zizek’in o tümcenin sonunda duraklamasından ve devamında söylediklerinden dolayı (Part1/0812-0821) istiladan fazlasını ve istilanın devamını da kastettiğini düşündüğüm için “talan” karşılığını kullanmayı tercih ettim.
Political Correctness: burada konu hukuk felsefesine geliyor ve normatif bir alan olan hukuktaki doğruluk tartışıldığı için (Part1/0057-0115) “tutarlık” karşılığını kasten daha uygun buldum.
Jews in Western Societies: bu ifadeyi “Batılı Yahudi yatırımcı tipi” olarak çevirdim (Part2/0927-0935). Savran’ın sandığı gibi “in Western”i “invester” olarak anlasaydım başa ayrıca “Batılı” koymazdım. “Yatırımcı tip” ifadesini kasten ekledim, çünkü Breivik’in Batı’ya bakarkenki anti-semitik pozisyonu Yahudi sermayedar/yatırımcı tipini hedef alıyor, İsrail’e bakarkenki siyonist pozisyonu ise mazlum ve Arap dünyasına karşı Batı uygarlığının neferi rolündeki Yahudi tipini alkışlıyor. Breivik, birbiriyle çelişse ve delice görünse de her türlü etnik ve dinsel siyasetin, üstelik tam bir mantıksal tutarlık içinde her türlü caniliğin faili olabileceğinin tipik canlı bir örneği ve bu argümanda Breivik’in mantığındaki tutarlığı vurgulamak önemli (argümanın tamamı: Part2/0807-0947). Altyazılarımın tamamında bunlara benzer tercihler kullandım ve bunlar Zizek’in ifadelerini bozmuyor, pekiştiriyor.

Savran bir kez daha Hürriyet’teki söyleşiden hareketle Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü hakkında Zizek’in söylediklerinin ne “anlama geleceği” hakkında görüş belirtiyor. Felsefecilerin ne söylediği ile söylediğinin ne anlama geldiği arasında bir fark yoktur. Savran, fark yaratmıştır! (bu bir övgü değildir). Zizek’in argümanı çok açık ve kesindir: Türkiye Ortadoğu’da (Kürtler, Araplar, Ermeniler, herkes için) bir çekim merkezi olacaksa, etnik ve dinsel aidiyetlere dayanmayan bir Devlet yapısına, siyasal kurumlara sahip olmalıdır. Bu reçete, ulusu etnik bütünlük olarak tanımlayan ABD’nin Wilson’dan bu yana geleneksel ve halihazırdaki Emperyalist Ortadoğu politikasının tam zıttıdır. Radikal ve Hürriyet’teki söyleşilerin üzerine Konferansın 40 dakikasını da koyunca yukarıdaki bu koyu-italik önerme elde edilir.

Çırılçıplak söylüyorum: bu önerme, neo-liberal-küreselci-yerelci-çokkültürcülük çağında beni 20 yıldır Zizek’in siyaset felsefesine hayranlıkla bağlayan Zizek’in en değerli önermelerinden biridir. Sungur Savran ile hayatımda karşılaşmadım. “İşin içinde bir aydın” (engaged intellect) olduğunu bildiğim, adını duyduğum bir kişidir ve yazısında şikayet ettiği gibi kesinlikle kendisiyle kişisel bir sorunum yoktur. Zizek’in ne söylediğini, ne söylemediğini ikimiz de biliyoruz. Çeviri tartışmalarını geçip Savran’ın Zizek hakkındaki görüşlerini tartışmaya başlamayı ben de çok istiyorum. Başlangıç olarak 2 sorum var:

Bir: Yukarıdaki önermenin doğru bir siyasi reçete olduğuna katılıyor musunuz?
İki: Zizek’in yukarıdaki önermeyi savunduğu tespitime katılıyor musunuz?

 

Engin Kurtay / İstanbul, 19 Nisan 2012