Paris saldırıları ertesinde sol ne yapmalı? (3): İslamcı-sağcılığın eleştirisi

ingiltereye-seriat-istiyoruzOriginally published on Sendika10.org.

İslamcı-sağcılığa her eleştiriyi “İslamofobi” diye damgalamaktan da vazgeçilmelidir. Liberal-Solcuların bu hastalıklı korkusu asıl kendilerinin İslamofobik olmaktan korkmalarından kaynaklıdır

PARİS SALDIRILARI ERTESİNDE SOL NE YAPMALI (1): SINIF SAVAŞIMI

PARİS SALDIRILARI ERTESİNDE SOL NE YAPMALI (2): BİREYSEL ÖZGÜRLÜK

Solun artık üstesinden gelmesi gereken diğer tabu da, Avrupa’nın ilerici devrimci [bkz Çevirenin dipnotu-1] mirasını, kültür emperyalizmi ve ırkçılık ile denkleştiren göndermelerden kurtarmaktır. Mültecileri ülkelerinden eden bu durumdan Avrupa her ne kadar (kısmen) sorumlu da olsa, zaman artık Avrupa-Merkezci [eurocentrism] olmakla eleştirilme kaygısını bir yana bırakarak politika üretme zamanıdır.

11 Eylül sonrası dönem bize Fukuyama’nın küresel liberal demokrasi hayallerinin artık bittiğini, uluslararası şirket çıkarlarının yönettiği ekonomik düzenin kendini her yere dayattığını gösterdi.  Bu düzeni tam benimseyen Üçüncü Dünya ülkelerinin yüksek büyüme oranları yakaladığını görüyoruz. Kültürel farklılık kılıfını bugün hala ayakta tutan asıl iradenin de solcu gevelemeleri olmadığını, asıl bu ekonomik düzeni evrensel ölçekte işleten küresel sermaye olduğunu görüyoruz, çünkü kültür romantikleştirmesiyle -örneğin “Asyalı Değerleri” ile- kurulu siyasal üstyapının desteğinde küresel kapitalizmin daha bile verimli işlediğini gördük [bkz Çevirenin dipnotu-2].

Küresel kapitalizmin dinsel, kültürel, geleneksel, vb her anlamda yerel çeşitliliklere ve çoğulluğa uyum sağlama diye bir sorunu yoktur. Bilakis artık sermayenin, Batı kültürü ile hiçbir bağ kurmadan [bknz Çevirenin dipnotu-3] hegemonyasını genişlettiği [“smoothly function”: yumuşak güçle, rıza ile yayılma] özel bir tarihsel dönemdeyiz. Sömürgeci-karşıtı olmayı Avrupa-Merkezci olmamak şeklinde anlayan kültür siyaseti ise işte tam da bu özel tarihsel dönemde hedef tahtasına Batı’yı koyduğu için kifayetsizdir.  Özetle, Batılı değerleri “aman Avrupa-Merkezci olmayalım” diyerek reddeden kültür siyasetçisi, bu değerlerin çoğunun (eşitlik, temel hak ve özgürlükler, basın özgürlüğü, refah devleti, vb.) kapitalizmin küreselleşmesine karşı hazır ve etkili silah haline geldiği bir dönemde bu değerleri reddetmeye kalkıyor. Marx’ın ilerici ve devrimci komünizm tasarısının da baştan aşağı “Avrupa-Merkezci” olduğunu ne çabuk unuttuk?

İslamcı-sağcılığa her eleştiriyi “İslamofobi” diye damgalamaktan da vazgeçilmelidir. Liberal-Solcuların bu hastalıklı korkusu asıl kendilerinin İslamofobik olmaktan korkmalarından kaynaklıdır. Örneğin Salman Rüşdü, müslümanları gereksiz yere kışkırttığını söylediğinde kendisi için çıkan ölüm fetvasından kendisinin de sorumluluğu olduğunu (kısmen de olsa) kabul etmiş olur. Bu pozisyonun varacağı yeri tahmin etmek zor değil: liberal-solcular kendi suçluluklarını ima ettikçe, Müslüman gericiler tarafından ikiyüzlü olmakla ve İslam’a karşı gizli düşmanlık beslemekle daha da çok suçlanacaklardır.

Tarafların bu duruşları “süperego paradoksu” dediğimiz mekanizmanın mükemmel bir örneğidir:  Sadist ve ilkel süperegonun -lafta- vicdani çağrısına ne kadar uyarsan, bir yandan saldırgan ile özdeşleşirken diğer yandan kendi vicdani mazoşizmini de o kadar derin yaşarsın. Aynı şekilde: İslamcı gericiliği ne kadar hoşgörmeye kalkarsan, onun baskısını da kendi üzerinde o kadar güçlü hissedersin.

Mülteci akını karşısında politika üretirken de aynı formül geçerli olacaktır: Batı Avrupa kapıyı ne kadar aralarsa, daha fazlasını kabul etmediği için de o kadar suçlu olacaktır. Hiçbir zaman “bu kadarı tamam” denemeyecektir. Burada olanlar için de, yaşam biçimlerine ne kadar hoşgörü gösterilirse, yeterli hoşgörü gösterilmediğine dair suçluluk o kadar derin hissedilecektir.

16 Kasım 2015

Devam edecek

Çevirenin Dipnotu 1:

Emancipatory: ex (dış) + manus (el, kontrol) + capere (tutmak, yakalamak). Profesör “emancipatory” terimini Türkçe’deki şu iki sözcüğe karşılık kullanır: “ilerici” + “devrimci”. “Kurtuluş”, “Özgürleşme” gibi öneriler kastedilene karşılık gelmiyor, çünkü Profesör burada kendini devam ettiren bir yapının “dışına” (ex-) çıkarak kurtulmayı değil, o yapıyı değiştirmeyi kastediyor. Sadece “devrimci” sözcüğü de karşılamaz, çünkü devrimler “ileri” doğru olduğu gibi “geriye” doğru da olabilir: Faşist rejimlerin doğduğu durumlar.. geriye doğru devrimler çoğunlukla ilerici güçlerin başlattığı fakat başarısız olduğu (“failed revolution”) durumlarda ortaya çıkar.  Öyleyse toplumsal olaya katılan her bireyin tarihsel sorumluluğu çok büyüktür.  Burada Psikanalizin siyasallığını gösteren güncel bir örnek daha buluyoruz: olayın üzerinden yıllar, hatta aylar bile geçmeden Gezi’yi nostaljik çağrışımlarla anmamız, o günlerde sokaklara çıkan milyonlarca insan arasından kimsenin çıkıp da “hangi hataları yaptık ki başarısız olduk?” diye sormaması ve bu sorudan da kitlesel olarak kaçınma manevrası değil mi?

Çevirenin Dipnotu-2:

Asyalı Değerleri: Terimin kökeni II.Dünya Savaşı dönemi faşist Japon rejiminin kültür propagandasına kadar gitse de, asıl 90’larda Batı sosyolojisinde moda olan “Çökkültürcülük” (multiculturalism) doktrininin Uzak Doğu versiyonu olarak Asyalı insan tipine atfedilen kollektivizme yatkınlık, toplum için kendini feda edebilme, çalışma ahlakı, aza kanaat etme vb değerler… Bu allayıp pullamanın arka planında da tabii ki Asyalı’nın Avrupa standardında evrensel insan haklarına ve bireysel özgürlüklere ihtiyacı olmadığına dair büyük bir kazık vardı.  Türkiye’deki solcular arasında da aynı kültür romantizmini benimseyenlerden “bizim coğrafyamızda komünizm bizim insanlarımıza özgü değerlerle kurulur”; “barbar-komünal ruh” vb söylemlerini çok duyduk.  2000’lerden sonra ise bu ideolojik momentumla işleyen Uzak Doğu devletlerinin yüksek büyüme oranları yakaladıklarını, otoriter siyasal rejimler altında devlet kapitalizmini verimli şekilde işlettiklerini izledik. Profesör’e göre solcular işte bu yakın tarihten ders çıkarmalı, kültür-kimlik siyaseti yapmayı bırakmalıdır.

Çevirenin Dipnotu-3:

İnançların Nesnelliği: Burayı biraz açarsak Profesör Zizek’in felsefesindeki en temel önermelerden birine, Althusser’ci ideoloji kuramına varırız: günümüzde küresel kapitalizm sadece Batı kültürüne değil, hiç bir kültür ve ideolojiye başvurmadan hegemonyasını genişletebilmekte, farklı ve yerel olan her çeşit düşünce, kültür ve ideolojiyi de kendi bünyesinde metabolize edebilmektedir. Bu olgu, “ne yaptıklarını bilmiyorlar, o nedenle yapmaya devam ediyorlar” formatındaki “yanlış bilinç” kabulune dayalı Marksist ideoloji formülünün revizyonunu gerektirir. Revize formül şudur: “Ne yaptıklarını biliyorlar, ama pratikte yapmaya devam ediyorlar”.  Kitlelerin bu riyakar (cynical) çelişkiyi sürdürebilmesi, “fantezi” kavramıyla ve “fanteziden türetilen keyif” (enjoyment) mekanizmasıyla açıklanır. Öyleyse hala kitleleri bilinçlendirme paradigmasıyla davranan solun çağımızda başarı şansı yoktur. Psikanaliz, kitlesel fantezileri teşhis etmek ve bunları dağıtacak eylem biçimlerini belirlemek için solun kullanacağı güçlü bir silahtır.

[IN THESE TIMES’taki İngilizce orijinalinden Engin Kurtay tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Prof. Slavoj Zizek
Prof. Slavoj Zizek