Suudi yetkililer, iki Türk takımının oyun sahasında planladıkları ve son dakika devreye soktukları grotesk gösteriye izin vermedi. Kulüpler ekstra Atatürkçü kesildi, esti gürledi, maç ertelendi ve futbolcular yurda geri döndü. Kısa akıllı, her şeye muhalif olmayı bilgelik sayan yazar çizer korosu hemen aldı sazı eline: neymiş efendim, Erdoğan gericiliği ile Suudi gericiliği el ele vermişler, Cumhuriyet’in 100. yılında Atatürk’e inat, final maçını bir “Ortaçağ ülkesi”, Suudi Arabistan’da düzenleyelim demişler. Ne var ki “kahraman” kulüplerimiz ve futbolcularımız bu durumu içine sindirememiş, tribünlerin gözüne sokmak için Atatürk t-shirtleri, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” pankartı hazırlamışlar. Suud gericiliğini rahatsız etmişler. Bizimkiler de maça çıkmayarak bu gerici oyunu bozmuşlar ve yurda dönmüşler…
Koro basitçe bu şarkıyı söylüyor. Ancak hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve kazın ayağı bu kez de taraklı.
Bu anlatı, Prens Salman rejiminin içeride (özellikle kadın hakları alanında) başlattığı reformları, dış politikada Rusya ve Çin ile kurduğu ilişkileri, ülkeyi tarihinde ilk kez Batı peykliğinden çıkardığını, dahası en büyük “günahını”, on yıllar sonra ilk kez İran ile diplomatik ilişkiler kurmasını gözden kaçırmayı ve tam da bu hasıraltı ettiği adeta devrim niteliğindeki bağımsızlıkçı siyaseti nedeniyle, geçmişten gelen yerleşik kanaatleri sömürerek Salman’ı yıpratmayı amaçlıyor.
Ancak koroyu dinleyen bir eleştirel akıl, hasıraltı ettiği olguları bilmese bile önce şu soruyu sormalıdır: Prens Salman, (diyelim ki gerici değil de) Atatürkçü olsaydı, bu gösteriye izin verir miydi?
Her gösteri, karşıt tarafta durduğunu varsaydığı kişiyi ya da kitleyi hedef alır. Biri karşınıza çıkıp da bizzat sizin savunduğunuz fikirleri size karşı bağıra çağıra tekrarlıyor ise, bu hareket sizi, bizzat sizin de istemediğiniz bir yere koymaya çalışmaktadır. Bu tip manipülasyonlar baş edilmesi en zor olandır, çünkü sizi, asıl meselesi başka olan, asıl amacını gizleyen ve sizi dinlemeye niyeti de olmayan bir hasma karşı kendinizi savunmak durumunda bırakır. Şöyle bir örnek verelim:
Iki Fransız futbol takımının 14 Temmuz’da Türkiye’de maç yapmak için başvurduğunu düşünelim. Takımlar ısınmak için sahaya Voltaire t-shirtleriyle çıkıyorlar, Voltaire’in Monarşiye ve Kiliseye karşı söylediği ünlü sözlerinin yazılı bulunduğu pankartları da sahada sergiliyorlar… En başta Kemalistler (ki Mustafa Kemal tam bir Voltaire’cidir) bu gösteriye ne tepki verirler?
Her Kemalistin görevi, böyle bir gösteriye “yürü git”. demektir, “sen kim oluyorsun da bize Voltaire’i öğretiyorsun!”
Salman da böyle demiştir.
Daha da acı bir soru:
Fransız (eğer gizli kapaklı başka bir hesabı yoksa) neden böyle bir gösteriyi yapmak gereği görmez?
Çünkü Voltaire’in böylesine ucuza gözlere sokulmasına gerek yoktur. O zaten dünya tarihinde yerli yerine oturmuş görmek isteyen herkesin gözü önünde olan bir şahsiyettir.
Son olay, Kemalizmin en büyük düşmanlarının yine Atatürkçü geçinenler olduğunu gösterdi bize.