Onu almaya geldim! — Engin Kurtay

— Birleşik Krallık’a ziyaretinizin sebebi nedir?

— Onu almaya geldim!

— Kimi?

— Yoldaş Julian Assange.

Pasaport polisinin o andaki suratını izlemek benim için dünyanın en büyük keyfiydi.

Sıra bana geldiğinde memurun önündeki deske dört pasaport cüzdanını beraber üst üste koymuştum: en üstte vize gerekmeden 180 gün kalma imkanı veren İsrail seyahat belgesini, altında Türk pasaportunu, altında da her iki pasaportun eskilerini… çünkü marazı çıkardıktan sonra daha önce nerelere gitmişim, hangi ülkelere girip çıkmısım, her şeyi görmek isteyeceklerini biliyordum. Yüzüme baktı, sonra ellerindeki belgelere baktı, sonra yine yüzüme baktı ve yeni bir soru sormayı başardı:

— Julian’ı nereden alacaksın?

— Kodesten çıkaracağım onu, Belmarsh Hapishanesi’nden.

Bir not defteri çıkardı ve notlar almaya başladı. Bu çalışması 5-10 dakika sürdü. Sonra kabinden elinde belgelerimle ve not defteri ile çıktı, “lütfen benimle gelin” dedi. Beraber yürürken bir soru daha sordu:

— Julian Assange’ı hapisten çıkardıktan sonra, pasaportu yok, onu bu ülkeden nasıl çıkaracaksın?

— Bir yolunu bulurum.

Pasaport sıralarının bulunduğu aynı salon içinde, etrafı camla çevrili içinde oturacak yerler bulunan bir bölmeye geldik. Polis burada oturup beklememi söyledi. Belki bir saat kadar bekledim. Bu arada garip bir şey oldu: oturduğum camlı bölmenin dışında salonu gözleyen bir güvenlik görevlisi bir ara yanıma geldi, hal hatır sordu, biraz lafladık. Sonra, “sen iyi adamsın” dedi ve gitti. Assange’ı kurtarmaya geldiğim dedikodusu personel arasında yayıldığı için mi böyle bir şey söyledi? Ben böyle yorumlamayı tercih ettim.

Daha sonra biri rütbeli iki polis beni oradan alıp gözaltı odasına götürdüler. Burada parmak izleri, yüz biometrisi alındı. Çantamdaki bütün belgeler dikkatle incelendi. Ve şöyle bir soru geldi:

— Çantanızda özel önemde bir belge var mı?

— Evet var. “Seyahat Emri” var.

İki çalışma arkadaşımla beraber yönettiğimiz devletler-üstü enstitünün tarafıma çıkardığı sınırsız sınır geçiş belgesi ellerindeydi:

Uhdemdeki pasaportlardan çok daha güçlü statüdeki bu belgeyi Birleşik Krallık’a giriş için beyan etmemiştim, çünkü asıl amacım Britanya’ya gerçekten resmi bir giriş yapmak değil, bu haydut devleti kendi hukuksuzluğu ile yüzleştirmek, verecekleri tepkiyi ölçmek ve değerlendirmekti. Belgeyi çantamda onlar kendileri buldu. Belge elden ele dolaştı, sonra fotokopisini aldılar ve aslını çantama geri koydular.

Bu sorgu sual ve aramalar sırasında birkaç kere de yanımda kimlerle seyahat ettiğimi sordular. Yalnız olduğumu, tek başıma geldiğimi tekrarla belirttim. Yanımda bir kaç arkadaşım olsaydı Belmarsh Hapisanesi’ne daha büyük bir tehdit oluşturacağımı mı düşünüyorlardı?

Biyometrik verilerin alındığı odanın yanında gözaltı odasına aldılar. Burası rengarenk, çocuk yuvası gibi donatılmış bir yer. Duvarlardaki panolarda her dinden her kültürden, her ülkeden insanlara ve de tabii LGBTQ+ bireylerine “sizi anlıyoruz, size saygılıyız!” diye bas bas bağıran yazılar var. Örneğin ayların ve günlerin spiral şeklinde dizildiği koca bir festival/bayram takvimi var. Ne var ki, 23 Nisan, 9 Mayıs gibi en önemli tarihler atlanmış. Çocuk bayramı diye alakasız başka bir tarih gösterilmiş.

Duvarları öylesine bir “sizi anlıyoruz” histerik söylemi ile doldurmuşlar ki, bütün olarak bakıldığında verdikleri mesajın kendisi bir üstten konuşmaya, emperyal bir saygısızlığa dönüşüyor.

Bir köşedeki şifonyerin üstünde meyveler, kurabiye ve kruvasan var. Ayrıca sıcak yemek de veriyorlar. Şifonyerden temiz çarşaf, pike, yastık alarak yatıp uyuyabiliyorsunuz. Ben de tam uyumaya hazırlanıyordum ki kısa saçlı boynunda gökkuşağı renklerinde bant taşıyan bir kadın polis memuru ziyaretime geldi ve beni sorgu odasına davet etti (Bu gökkuşağı boyun askılarını sonraki günlerde kodesteki bazı güvenlik görevlilerinde de gördüm ve neden bütün memurların değil de sadece bazılarının bu LGBTQ+ gökkuşağı bantlarını taşıdıklarını sordum. Bir LGBTQ+ bireyinin yine LGBTQ+ bireyi olan bir güvenlik görevlisine daha rahat derdini anlatacağı varsayımı ile sadece LGBTQ+ bireyi olan güvenlik görevlilerinin gökkuşağı bandı takmalarının istendiğini söylediler. Bu cevap derin ve tehlikeli felsefi sorulara kapı aralıyordu: Neden BDSM+ bireylerine de aynı olanak tanınmıyor? Onların da kendilerini rahat hissederek başvurabilecekleri bir BDSM+ memur takımı oluşturulamaz mı? Neden BDSM+ bireylerine bu ayrımcılık yapılıyor… vb).

LGBTQ+ mensubu kadın polis memuru (“Border Force” yani “sınır gücü” olarak adlandırılmışlar) özel hayatım ve nasıl geçindigim ile ilgili pek çok soru sordu. Cevaplarımı kağıda yazıyordu. Her nedense bu sorgu işinde bilgisayar kullanmıyorlar. Elle yazıyorlar. Nihayet kritik soruyu sordu:

— Julian’ı hapisten nasıl çıkaracağına dair bir planın var mı?

Zarfı doldurmadan eli yükselttim:

— Bir plan yapmadım. Ancak Tarihten bildiğim bir yöntem var: 1789’da Paris’te Bastille hapishanesi yakılıp yıkılmış ve içerdeki bütün siyasi mahkumlar kurtarılmıştı. Aynı şey Belmarsh için de olabilir.

Bastille’in nasıl yazıldığını sordu, kodladım: B – A – S – T – I – çift “L” – ve E. Doğru yazdığını kontrol ettim.

Yılı da tekrar sordu (personelin tarih bilgisinin zayıf olduğu anlaşılıyor, zaten bütün sorun da bu: tarih ve felsefe bilgisi zayıf olunca devletiniz de “haydut devlet” oluyor). Tekrarladım, 1 – 7 – 8 – 9, ve kontrol ettim, tarihi de doğru yazdığından emin oldum.

Britanya devlet aygıtının
Julian Assange korkusu

Gözaltı odasına geri döndüm ve horul horul uyumaya başladım. Londra Gatwick Havalimanı’na 1 Temmuz Cuma yerel saatle akşam 7 gibi inmiştim. Saatler geçmiş, geceyarısından sonra aynı LGBTQ+ şeritli kadın polis memuru yine geldi:

— Ayyyy lütfen kalkmayın, bir soru daha soracaktım…

— Yok, olmaz, masaya oturacagiz!

diyerek yattığım yerden fırladım, masaya oturduk (ciddi bir iş yapıyoruz, yatarak olmaz öyle psikanaliz seansı gibi, analizse de tek taraflı değil, karşılıklı bir analiz bu).

Ve sorusunu sordu:

— Pasaport yerine Seyahat Belgesi ile seyahat ediyorsunuz. Seyahat Belgenizin vize gerektirmediğini nereden biliyorsunuz?

Bu saçma sapan soruyla, sıkıştıkları ve bir oyun hazırladıkları belliydi. ‘Seyahat belgesi’, umumi pasaporta göre bir alt statüde belgedir. Örneğin pasaportu vizeden muaf bir ülkenin seyahat belgesi vizeye tabi olabilir de, olmayabilir de. Eskiden Birleşik Krallık İsrail pasaportuna vize istemiyordu ama seyahat belgesine vize istiyordu. Sonra bu değişti, seyahat belgesine de vize istenmemeye başlandı. Abes sorunun cevabı ise çok basit: uçak biletimi almadan önce kontrol ettim ve vizeden muaf olduğumu gördüm:

Yukarıda vize rejimiyle ilgili bilgi veren web sayfasının pdf hali var. Buradan da görüldüğü gibi, evlenme ya da çalışma gayesiyle gelmiyorsanız, turist iseniz, Israil seyahat belgesine vize istenmiyor. Hapishane basıp Assange’ı kurtarmak da turistik olmayan ve vize gerektiren seyahat gerekçeleri arasında sayılmış değil. Bundan böyle her aklı başında onurlu turistin yapacağı ilk şey de haliyle Big Ben’den önce Belmarsh’a gitmek olacaktır. Çünkü İngiltere bundan böyle Big Ben ile değil, Belmarsh’ın utancıyla tanınacak. Kaldı ki Türkiye’den uçağa binerken check-in görevlisi de vize gerekmediğini teyit etmişti. Bu saçma sapan soru, bir kurnazlık peşinde olduklarını gösteriyordu, tipik İngiliz kurnazlığı, ama her zaman zekice değil.

Benim uykuya daldığım saatler boyunca, bu adamı ülkeye alalım mı, almayalım mı, almayacaksak hangi bahane ile almayalım ki Assange meselesi konu olmasın diye düşünüp durmuş olmalılar. Bu aşamada acuze oyunlarını oynamalarına izin vermeye karar verdim: sanki emin değilmişim gibi bir ifade kullandım:

— Eskiden vize gerekiyordu, sonra galiba yönetmelik değişmiş, artık gerekmiyor diye gördüm.

Rahatlamış şekilde odadan çıktı, kisa bir süre sonra geri döndü ve tekrar masaya oturduk. Gözlerini sola devirerek,

— Hayır gerekiyor, yanlış biliyorsun

dedi ve bu kez doğrudan bana bakarak,

— ayrıca hapishaneyi basıp Assange’ı çıkaracağını söylemiş olman kamu düzenine tehdit oluşturduğu için sana giriş vermeyeceğiz. Yarın sabah seni Göçmen Sınırdışı Etme Merkezi’ne götürecekler, Salı günü dönüş uçağına kadar orada kalacaksın.

Ilk söylediği gerekçe yalandı, ikinci söylediği gerekçe doğruydu. Sınırdışı belgelerinde de yalan olan ilk gerekçe (vize gerektiği şeklindeki yalan gerekçe) yer alırken ikinci doğru gerekçeye ise yer verilmedi.

Çünkü Julian Assange bahsinin belgelerde yer almasından korktular.

Ve işte, Birleşik Krallık’ın verdiği yeni nişan:

Assange Nişanı: Birleşik Krallık’ın en onurlu nişanıdır. Belmarsh’ı basıp Assange’ı kurtaracağını beyan eden herkese verilir.

Cumartesi sabahı iki görevli beni almaya geldi. Kodes transfer aracına doğru yürürken biri şöyle dedi:

— Ne zoruna böyle şeyler söylüyorsun, bak böyle konuşmasaydın şimdi Londra’da özgür geziyor olacaktın.

— Yalan mı söyleseydim yani? Pasaport polisi böyle yalanları yakalamak için eğitilmiyor mu?

Ayrıca kodes ortamı, orada tanıdığım insanlar ve onlardan dinlediklerim, çürümüş Londra merkezinden çok daha ilginçti. Dört gün içinde göçmen gerçekliği ve İngiltere’nin maskara hukuk düzeni üzerine çok şey öğrendim. Bunlar sonraki yazıların konusu olacak.