Profesör Zizek’in Independent’da yayımlanan son makalesi ve buna karşılık Cenk Ağcabay’ın eleştirisi üzerinden verimli bir tartışma üretilebilir.
Eleştiri temel olarak Zizek’in metninin 2. ve 3. paragraflarını esas alıyor: 2. paragraf, Gerald A Cohen’in 6 maddelik marksist kapitalizm eleştirisini alıntılıyor (“tez”) ve hemen ardından 3. paragraf bunun karşısına bildik liberal marksizm eleştirisini koyuyor (“antitez”).
Tabii burada eksik bir okuma var. 3. Paragraftaki “antitez” Zizek’in pozisyonu değil. Yazı, hem Cohen’in hem de liberal itirazın üstesinden gelmek için devam ediyor. Metin toplam 17 paragraf ve kalan 14 paragraf da zaten Cenk Ağcabay’ın sorularına cevap arayan paragraflar. Yazının devamını aşağıda paragraflarına ayırarak anlatıyorum:
Prgf 4:
Kapitalizm bir süreç. Liberal itirazın aksine, Marx’ın tespitlerinin doğruluğunu asıl şimdi görüyoruz. Bildik liberal itiraz ise Marx’ın kapitalizmin 19.yy’daki durumunu analiz ettiğini, güncel olmadığını söyler. Yani Marx daha 19.yy’da kapitalizmin bugünkü durumuna doğru evrileceğini başarıyla öngörmüştür.
Prgf 5:
Kapitalizm bugün her türlü alternatifini yok etmiş gibi görünmektedir. Ve tam da alternatiflerini yok ettiği için (bu zaferi sayesinde), bu kez kendi iç dinamiklerinden kaynaklı çok daha esaslı bir engele takılmıştır. Marx, birçoklarına (liberaller, anarşistler vb) göre kapitalizme dışarıdan alternatif üretilemediği için haksız çıkmış gibi görünse de, asıl daha o günden kapitalizmin kendi iç dinamikleri nedeniyle sürdürülemez olduğunu daha geçen yüzyılda gösterdiği için bugün sözcüğün tam anlamıyla haklı çıkmıştır. Hatta kendi bile ummadığı kadar çok haklı çıkmıştır.
Prgf 6:
Örneğin Marx, kapitalizm öncesi sınıflı toplumlardaki sınıf kimliklerinin de (derebeyi, aristokrat, serf, efendi, köle vb), kapitalist düzene ait sınıf kimliklerinin de (sermayedar, proleter) süreç içinde sermaye ilişkileri içinde eriyeceğini, çözüleceğini öngörmüştür: derebeyi, aristokrat, serf, efendi, köle vb farklılıklar önce sermayedar X proleter şeklinde ikili karşıtlığa dönüşür, ilerleyen zamanda da herkes proleterleşir… ama bir yandan bu sınıf kimlikleri çözülürken, bu kez de Marx’ın beklemediği, göremediği başka bir farklılaşma ortaya çıkmıştır: etnik kimliklerin yükselişi. Bugün hem sağcılar hem de solcular, azınlık ya da marjinal bir grubun haklarını savunmak bahanesiyle siyaset yapabilmekte ve bu tür siyaset hemen her zaman sermaye çıkarlarına alet olmaktadır.
Prgf 7’den Prgf 15 sonuna kadar:
Bu paragraflarda Gerald A Cohen’in (1), (2), (3) ve (4) nolu varsayımlarını kabul ediyoruz (Cenk Ağçabay ise Zizek’in bu gerçekleri yadsıdığını söylerken yanılıyor, Zizek bu konuda hem Cohen ile hem de Ağçabay ile hemfikirdir). Ancak Cohen’in (5) ve (6) nolu iddialarını kabul etmiyoruz. Çünkü Cenk Ağçabay’ın “neden” olarak gösterdiği “işçi sınıfı dünya çapında gelişen sert sınıf mücadelelerinde son 50 yılda çok ağır yenilgiler aldı, ekonomik ve politik mücadele örgütleri büyük ölçüde dağıtıldı, işçi sınıfı içindeki katmanlaşma yeni boyutlar kazandı…” gerekçelerinin de nedenlerini sorguluyoruz. Yani (1);(2);(3); (4) doğru. Ama bunlar (5) ve (6) için yeterli koşul değil.
Marx’ın meta fetişizmi kavramı burada yol gösterici. Ancak bu kavramı ideoloji nosyonunu da içine alacak şekikde genişletmek ve ayrıntılandırmak gerekiyor. Meta fetişizmi, bulanık ve beylik ifadelerdeki gibi yalnızca ve basitçe para, meta bağımlılığı, dünyanın, doğanın şeyleşmesi (reification), sermayenin suretini yaratması falan değildir, asıl inanmadığımızı söylediğimiz şeyleri de yapmaya devam etmemizi sağlayan bilinçdışı ideolojik pratiklerdir (Althusser + Lacan). Profesör “kültür” derken, gündelik yaşamda düzeni yeniden üreten bu ideolojik pratiklerin tamamını kasteder. Lacan buna “gerçeklik” der.
Prgf 16 ve 17:
İdeoloji, inanmadığımız gibi yaşamaya devam etmemizi sağlar. İnsanların bu durumunu ‘eşyaların interneti’ne benzetebiliriz: ne düşünürlerse düşünsünler, işler kendi kendine yürür. Yobazları kültürümüze tehdit olarak algılamamızın nedeni, onların inandıkları gibi yaşamalarıdır. Gündelik yaşamlarıyla idealleri arasına mesafe koymazlar. Marx, devrimin prospektüsünü yazdığı için değil, asıl bugünün riyakar (cynical) dünyasını o zamandan öngördüğü için hala günceldir.
Öyleyse Zizek Ağçabay ile hemfikir, ancak (5), (6)’nın arkasını dolduracak daha sağlam gerekçeler arıyor: Ağçabay’ın ayrıntılarıyla işaret ettiği, kısaca Gini indeksinde (eşitsizlik indeksi) küresel ölçekte belirgin yükselişe rağmen solun hezimetini neye bağlayacağız? Şimdi Ağçabay’ın kritik sorusunu ele alalım:
Marx’ın kurucu önderi olduğu işçi sınıfı devrimciliği de zaten kaynağını bu su götürmez çelişkiden almıyor mu? İşçi sınıfının devrimde kaybedecek bir şeyi var mı?
Profesör Zizek işte burada ayrılıyor: Var, üstelik kaybedecekleri çok şey var. Herşeyden önce, otomatiğe bağladıkları gündelik yaşamlarında içlerinde besledikleri kendi küçük hesaplarını, fantezilerini kaybedecekler.
Dahası, eğer işçi sınıfını dar anlamda, yani ‘vasıfsız’ manuel emek anlamında alacak olursak, robot teknolojilerinin milyonlarca işçiyi işinden ettiğini ve edeceğini her gün haberlerde çarşaf çarşaf okuyoruz. Bugün iş sahibi olmak bir ayrıcalık haline gelmiş durumda. Daha da trajik olanı, işçi, sınıf bilincine sahip olmadığı için değil, tersine sınıf bilincine sahip olduğu için grev silahı vb geleneksel silahlarının işlevsiz kaldığını da görüyor. Yaptığı işi kolaylıkla robotize edecek teknolojilerin hazır bulunduğunu farkında. Bu sürecin geciktirilmesinin tek nedeninin de “insani” olduğunu, yükselen işsiz ordusuyla ne yapacağını bilemeyen siyasi iradenin sermaye çıkarlarıyla çelişen bir mantıkla robotlaşmayı ötelendiğini biliyor.
Eğer işçi sınıfını geniş anlamda, zihin emekçilerini de içine alacak şekilde tüm ‘ücretli emekçiler’ olarak tanımlayacak olursak bu kez “sıradan bir işçinin bir yıllık toplam gelirini bir günde kazanan ABD’li bir şirket CEO’su” da, ara kademelerdeki orta ve yüksek gelir gruplarından emekçiler de, işçi tanımına giriyor.
Bir kademe daha geniş baktığımızda emperyalizm tartışmalarında Dr. Kıvılcımlı’nın “sus payı” meselesine, John Smith’in “süper sömürü” dediği olguya varıyoruz. Burada “süper sömürü” kavramı sömürünün nicel anlamda süper fazla olması değildir, uluslararası emek arbitrajında farklı birikim modellerinde çalışan işçilerin birim zamanda kaçınılmaz olarak işlerinin niteliği gereği farklı değerler üretmesidir. Sınıf bilincine sahip olmadıkları için değil, tersine sahip oldukları için bir araya gelemezler ve ortak hareket edemezler. Gördüğümüz gibi, ne işçi sınıfını ne de sömürü olgusunu reddediyoruz… ama iş giderek işin içinden çıkılmaz hale giriyor.
İşte bütün bu “proleter” tabakaların da nereye varacağı belli olmayan, programı ve ayrıntıları bulanık bir devrimci alt üst oluşta kaybedecekleri çok fazla şeyleri var.
Bu durumda “İşçi sınıfının devrimde kaybedecek bir şeyi yoktur” (5) iddiası yanlış.
Buna rağmen yine de (6) “toplum devrim yoluyla dönüştürülebilir ve dönüştürülecektir” iddiasına sahip çıkabiliriz. Yani (5)’in yanlış olması (6)’yı geçersiz kılmaz. Ama ilave koşulara bağlar: sol proje herkes için daha iyi bir dünya tasarladığı konusunda ikna edici olmalıdır. İşte Profesör Zizek onca hezimetten sonra solun en azından bu noktaya kadar geri çekilip düşünmeye başlaması gerektiğini söyler: “Bir süre için düşünmeli, felsefe yapmalı, 11. Tezi tersine çevirmeliyiz” der. Eğlence gecesinin ertesinde sabah uyandığımızda karşılaşacağımız bütün problemleri bir bir düşünmeliyiz der. “Eğlence gecesi sonrası” (hang over) derken, Gezi ve diğer Arap Baharı, Occupy vb sokak partilerinden sonraki hüsranı kasteder. Bu kafayla, o illet olduğu V for Vendetta filminin 2. Bölümünün asla çekilemeyeceğini söyler.
Solun yine de bu gerekli düşünme ve kendiyle hesaplaşma sürecinde yapabilecekleri vardır: her tabakadan insanları tehdit eden ekolojik felaketler, göçmen sorunu gibi ortak sorunları müzakere etmek ve bunlara ikna edici çözümler önermek… Aydınlanmanın ortak kazanımlarına sahip çıkmak, örneğin işkencenin her türüne, savaşlara, ayrımcılığa, etnik siyasetin her türüne karşı çıkmak gibi…
Bunun için de solun elde hazır hukuki (modern devlet) ve felsefi (aydınlanma) araçları kullanması gerekir. Yerel yaşam biçimlerini olumlamak ve otantikleştirmek, bu araçları kullanmaktan solu alıkoyduğu için yanlıştır. Zizek, kimlik siyasetinin, yerelciliğin, hukuki rölativizmin, çokuluslu kapitalist düzenin mantığıyla mükemmel uyum içinde bulunduğunu 90’ların başından beri biteviye tekrarlamaktadır ve Zizek’in zamane sosyalbilimcileri en çok rahatsız eden tarafı budur: bununla açıktan hesaplaşmak yerine Profesör’ü söz saptırmalarıyla vurmaya çalışırlar. Yerele vurgu yapan her siyasi söylem, soldan gelse bile, er ya da geç yabancı düşmalığına yol veren faşist bir mantığa oturur.
Kitle öfkesinden hareket alan toplu hareketlerin tarihte bütün faşist hareketlerin de merkezinde bulunduğunu unutmamak gerekir. Zizek, bir kitle hareketi başladığında bunun ‘geriye doğru’ bir devrime yol açma olasılığını ileri doğru gitme olasılığından daha yüksek görür. Kitle hareketine kendiliğinden ilerici ve olumlu bir moment atfeden romantik solculuk bu gizemci varsayımıyla hesaplaşmaya girişmezse hezimetler sürecek, dahası karşıtıyla (faşizmle) aynı seviyede kaldığı için karşıtının (faşizmin) yükselişine de yol verecektir.
Engin Kurtay
8 Mayıs 2018
engin_kurtay@yahoo.com
Bu yazı ilk olarak sendika.org’da yayımlanmıştır.